31 Aralık 2012 Pazartesi

Eğitim-Öğretim Sokaklarında Mum ile Yol Aramak



ÇIKMAZ BİR SOKAK




Yaşam boyu eğitimin bir parçası olan insan, öğretmenlik görevini üstlendiğinde öğretme zorluğu kat kat artar ve bazen bu zorluk içinden çıkılmaz bir hal alır. Mevcut sistemimizi düşündüğümüzde bir branş öğretmeninin kendi branşıyla ilintili olsun veya olmasın pek çok derse gün içinde ve hafta içinde girdiğini görürüz. Çoğu zaman bu durumu hakkıyla yerine getirebilseler de, bu durum bazı zamanlar da öğretmenlerin şaşırıp kalmasına ve ne yapacaklarını bilememelerine sebep olabilir. Okul öncesinde, ilköğretimde ve orta öğretimde öğretmenler için çok büyük bir yük olan öğretimi tasarlamak ve materyal geliştirmek işi, akademik eğitim verilen üniversitelerde dahi öğretmenlik görevini üstlenenler için maalesef karmaşıklık arz eden ve içinden çıkılmaz hale gelebilen bir yük halindedir.




Hangi branştan olursa olsun, bir öğretimin amaçlarını analiz etmek, bu amaçlara göre ön koşul davranışları ortaya koymak, elde edilen verilere göre öğretimi tasarımlamak ve nihayetinde bu tasarımı geliştirmek, bir öğretmenin yükleneceği en zor görevlerden biri olsa gerektir. Çünkü böyle bir görevde amaç, istendik yönde olumlu davranış değişiklikleri gerçekleştirmektir ve bu da hitap edilen farklı farklı kitleler olduğu düşünüldüğünde sarpa saran bir süreç haline gelebilir. Elbette dikkat edilmesi gereken en önemli aşama da, değerlendirme aşamasıdır. Bir öğretmen -benim tabirimle çok yönlü küçük çaplı bilim adamı- öğretimi gerçekleştireceği her aşamada değerlendirme stratejileri belirlemeli ve bu stratejilere göre, gerçekleştirmeye çabaladığı öğretimi değerlendirmeye tabii tutmalıdır. Öğrenciler farklı, sınıflar farklı, psikolojiler farklı, tepkiler farklı ve üstüne üstlük bu görevi yerine getiren sen, başlı başına farklı bir insansın öğretmeye çalıştıkların karşısında... Muhakkak ki bu zorluk üstesinden gelinecek bir zorluktur ama bu zorluğu kolay kılan da, o tasarımın nasıl gerçekleştirildiği ile doğrudan ilintilidir. Yani işini kağıt üzerine ne kadar iyi dökersen ve planını ve programını ne kadar iyi yaparsan, tasarlamış olduğun o öğretim planı da senin bu öğretim işini o ölçüde kolaylaştırır. İşte öğretmenler, akademisyenler, profesörler de dahil olmak üzere, çoğu zaman bu en önemli adıma önem vermeden geçerler. Üniversite sıralarında çokça karşılaşmışsınızdır, bir profesör tahtanın karşısına geçer ve o an hissedersiniz: Ne anlatacağını veye nereden anlatmaya başlayacağını bilmiyordur. Kendisinin sebep olduğu bu problemli durum, o üst düzey insanı o kadar küçük hale getirir ki, yüzüne acınası bakışlarla bakarsınız o öğrenci ünvanıyla oturduğunuz sıralardan o kürsüdeki üst düzey insana (!) Bazen gerçekten üzülürsünüz. "Bir an evvel ders bitsin de şu adamcağız/kadıncağız da kurtulsun şu ızdıraptan..." diye dua ederek, dersin bitişine haslet duyarsınız. Daha da vahim olanı, bu üst düzey insanların başka akademisyenler tarafından ve/veya kendilerinin hazırladıkları slaytları projeksiyon cihazıyla yansıttıkları duvarlardan okuyarak ders anlatmalarıdır ki bu duruma da içiniz parçalanır. Ancak yapacak bir şey yoktur maalesef.



Hakkaniyetle hazırlanmış bir öğretim tasarımıyla başlanan bir ders, dönemin sonunu başarıyla getirecektir. Ancak bir öğretimi tasarlarken, özellikle üniversitelerde, ortak alan dersleri varsa ve o derslerle ilintili konulara sizin tasarımını gerçekleştireceğiniz derste de yer veriliyorsa, mutlaka diğer derslerin tasarımlarıyla ve/veya akademisyenleriyle karşılıklı iletişim halinde olmanız gerekir. Çünkü bir konuyu iki defa anlatmak, bir kere anlatırken sıkılan öğrencinin ikinci defa dersten, hatta okuldan soğumasına sebep olabilir. Sanırım böyle anlatınca, kafanızda bir şey şekillenmiyor, değil mi?... Haydi somut bir örnek verelim. Söz gelimi, tasarımı gerçekleştirmeye çalıştığımız ders, bilgisayar ve öğretim teknolojileri bölümünde alan dersi olarak verilen öğretim teknolojileri ve materyal geliştirme dersi olsun... Bir dönemlik bir öğretim tasarımını planlana ve geliştirme görevimiz var. Aslında anlatacağımız dersteki temel görevleri biz de bu ders için yerine getireceğiz, değil mi? Bir öğretim tasarımı yapıyoruz. Doğal olarak, yapacağımız bu tasarım o kadar iyi olmalı ki, dersin gerektiği noktalarında biz kendi öğretim tasarımımızla anlatacağımız ders arasında bir bağlantı kurup öğrencilerimizin bu dersle daha iyi yaşantılar kurmasını sağlayabilelim. İşimiz zor... Hemen başlayalım! İlk önce, öğrencilerimizi tanımamız gerekiyor, değil mi? Hedef kitle bilinmeden öğretim tasarlanamaz, diyorum ben. Pekiyi ama öğrencilerimizi hiç görmedik onları nasıl tanıyabiliriz? Kimin nereli olduğu, nelerden hoşlandığı ve sosyal uğraşılarının neler olduğu pek de bizi ilgilendirmiyor. Biz öğretimi gerçekleştireceğimiz öğrencilerimizin tasarımını yapacağımız dersle ve yine hedef kitlemizin bizimle aynı süreçte alacağı diğer derslerle olan ilişkisini tanımalıyız ve bilmeliyiz. Elbette ki kendi branş dersimizin diğer derslerle olan ortak konularını ortaya koyabilmek için bu aşamayı gerçekleştiriyoruz. Yapacağımız analizler sonucunda, öğrencilerimizin ön koşul davranışlarını ve olasılı giriş davranışlarını ortaya koymuş olacağız. Bu da tasarımını gerçekleştireceğimiz ders olan, öğretim teknolojileri ve materyal geliştirme dersinin çok daha verimli bir ilk adım planlamasına sahip olacağı manasına geliyor. Çünkü bilgisayar ve öğretim teknolojileri bölümünde öğrencilere verilen derslere bakıldığında, hep birbiriyle ilişkili olan dersler olduğu görülür. Bu durum da bu bölümde teknoloji üzerine bir dersin tasarımı yapılırken, diğer branş derslerinin akademisyenleriyle tasarım, geliştirme ve değerlendirme aşamalarında sürekli olarak iletişim halinde olunmasını gerektirir. Şayet böyle bir iletişim kurulmamışsa, upuzun bir dönem bir hiç haline gelir ve öğrenciler bir dönem boyunca aynı şeyleri duyarak hem sıkılırlar hem de hiçbir kazanım elde edemezler. Bir branş dersinin tasarımını gerçekleştiriyoruz, ancak anlatacağımız koskoca bir bölümün adı üzerine oluşturulmuş bir ders: Öğretim Teknolojileri ve Materyal Geliştirme. Hangi bölüm için anlatıyoruz: Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği Bölümü. Dolayısıyla aslında bu bölümdeki en önemli dersin tasarımını gerçekleştiriyoruz. Öğrencilerimizin ufuklarını daima açık tutmalıyız. Yapılandırmacı yaklaşımı izleyip ödevlerle ve projelerle öğrencilerimizin birlikte çalışmalarını sağlayarak daha iyi ve daha yaratıcı tasarımlara yöneltmeye çabalasak da, elimize tebeşiri alıp tahtanın; kablosuz mouse'u alıp projeksiyon cihazının karşısına geçmeliyiz. Hem bir rehber olabilmeli ve öğrencilerimizin karanlıklarını aydınlatmalıyız; hem de onlar hayal dünyalarını inşa ederken biz aktif bir rol oynamalıyız. Öğrenci merkezli eğitim anlayışı, bizim için sadece rehberlik rolünü üstleneceğimiz işlevsellikte olabilir. Asla sürekli ve tek başına bu eğitim yaklaşımını benimseyerek bir dönemi geçiremeyiz. Sanırım buraya kadar anlatılanlara katılıyorsunuz. Çok mantıklı, değil mi?... Hatta hiçbir fikriniz olmasa dahi, mantıklı geliyor. Evet, devam edelim... Henüz analiz aşamasındayız. Halen bir tasarım içine giremedik. Çünkü bir bölümdeki en önemli dersin öğretimini tasarlıyoruz. Analiz aşamasında, diğer akademisyenlerle iletişim kurduk. Onların derslerinde hangi konulara yer vereceklerini, hangi ödevleri öğrencilerimize proje olarak vereceklerini, öğretim biçimlerinin ne olacağını ve takip edecekleri adımların neler olduğunu çok iyi biliyoruz. Öğrencilerimizin geçmiş dönemlerde aldıkları dersleri ve içeriklerini de öğrendik. Onların yeterliliklerini ve sınırlılıklarını ortaya koyduğumuz anda, giriş davranışlarını da hesap etmiş olduk. Artık tasarım işimize başlayabiliriz. Diğer alan derslerinin konularına göre, bir planlama yapmalıyız öncelikle. Vereceğimiz her ödev, diğer derslerde verilen ödevlerin ya ön hazırlığı olacak şekilde planlanmalı, ya o derslerdeki konuları tamamlayıcı nitelikte olmalı; ya da asıl olması gerektiği gibi yeni ve farklı kazanımlar kazandırmalı öğrencilerimize... Çünkü grupla çalışmanın adeta olmazsa olmaz olduğu bir bölümde, bilgisayar ve öğretim teknolojileri öğretmenliği bölümünde bir dersin öğretimini tasarlıyoruz. Bu bölümdeki akademisyenler olarak, grupla çalışmanın en önemli örneği bizler olmalıyız. Öğrencilere akademisyenler olarak bizlerin aramızdaki iletişimimizi örnek göstermeli, kaynak ve alıcı arasında sürekli olarak yazılı, sözlü ve görsel şekilde gerçekleşen iletişimin nasıl olması gerektiğini bu örnek üzerinde öğretmeye çalışmalıyız. Çünkü bizler, teknoloji uzmanları, eğitim teknologları, öğretim tasarımcıları, bilgisayar ve öğretim teknolojileri öğretmenleri, "bilgi ve iletişim teknolojileri"ni her alanda her şekilde kullanabilmeliyiz. Tabii bunu kullanmanın ön koşulu da aradaki o iletişimi her daim işlevsel hale getirmekten geçer. İşte bir öğretim teknolojileri ve materyal geliştirme dersinin tasarım aşamasını da bu pencereden bakarak gerçekleştirmeliyiz.





Muhammet DURDU

24 Aralık 2012 Pazartesi

Çocukların Hayal Dünyalarını İnşa Eden Oyuncaklar


OYUNCAKLARIN EVRİMİ


Bugünkü yaşamımız, geçmişte yaşadığımız pek çok anın derlemesidir aslında. Bebeklik dönemi, çocukluk ve gençlik dönemleri... Sırayla yaşadığımız bu dönemler ve bu dönemlerde edindiğimiz yaşantılar, bugünün bireyleri olan bizleri oluşturur. O dönemlerin zaman aralıklarında saklıdır, bizim bugünkü özelliklerimizi ele veren detaylar... Korkularımız, fobilerimiz, kızdığımız ve mutlu olduğumuz davranışlarımız çok eskilerden bugünlere miras kalan özelliklerimizdir. Özellikle çocukluk dönemi, çok da eğlenceli olsa da aslında, bugünün bireyleri olan bizlerin yaşamlarındaki yeri ve önemi çok büyüktür. Her dönemin çocukları için o dönemin sonunda gelen çağlar hep diğer çağlardakilerle arasında farklılık arz eder. Bu durum değişimin vazgeçilmez bir unsur olarak insan yaşamında bulunmasına bağlı olarak gerçekleşiyor olsa da, bu farklılığın en önemli sebeplerinden biri ve belki de asıl sebebi, yaşantı oluşturan unsurlardır. 50'lerin 60'ların çocukları iseniz, dedelerinizin anlattığı masallarla büyümüşsünüz demektir. Kırsal bir yaşam sürmüş ve köy sokaklarında aşık atıp tahta arabalarla oynayıp, akşamları da kalabalık aile sofralarında büyüklerden edindiğiniz ve yaşamınız boyunca size ilke olacak bilgilerle büyümüşsünüzdür. Bu dönem ve öncesinde çocukluk dönemi geçirenlerdeki o dinginliği hepimiz gözlemlemişizdir. Evlerde ne bir televizyon ne de elektronik diğer herhangi bir cihazın bulunmadığı dönemler... Biraz daha ileriye gelelim, daha yakın geçmişe... Örneğin 80'lerin çocukları... Artık evlerde televizyon izleyen çocukların dönemi diyebiliriz. Şu bu günlerde çokça bahsedilen multi medya, yani çoklu ortamlarla haşır neşir olmuş çocukların dönemidir. Artık daha farklı daha renkli oyuncaklara sahip olan çocukların dönemleri... Devamında el tetrisleri, atari oyunları vs. bu dönemdeki çocukların vazgeçilmez oyuncakları olmuştur.



Hep bir değişim içinde yaşanan bunca zamandan sonra artık bugün, o bildiğimiz oyuncak anlayışı da tamamen değişmiş vaziyette...  Günümüz çocukları için klasik oyuncak anlayışı yerini tamamen farklı ve daha kuvvetli etkileşim kurulabilen oyuncaklara bırakmış gibi gözüküyor. Artık çocukların ellerindeki hayali oyuncak arabaları yok. Zira onlar, o oyuncak arabaların içine biniyor ve gerçek araba modüllerinden oluşmuş sistemlerle geliştirilmiş o oyuncak arabalarıyla hiç yorulmadan gezip tozabiliyorlar mahalle aralarında. Hatta küçük oyuncak arabaları da değişmiş gibi gözüküyor, günümüz çocuklarının... Benzinle çalışan ve pistonlu motorları bulunan formula 1 yarış arabalarından esinlenerek tasarlanan oyuncak arabalarını saatte 20 km hızla ve üzerlerindeki kameralarla radyo alıcıları aracılığıyla takip edebildiklerini düşünürsek, değişimi gözle görülür bir şekilde hissediyor olmamız da yadsınamaz.  Elbette sadece bununla da kalınmıyor, değil mi?... Artık çocukların ellerinden hiç düşürmedikleri dizüstü bilgisayarları var. Hatta bununla da kalmayıp bir de tablet bilgisayarları var. Ne yapıyorlar bu bilgisayarlarla oyun amaçlı kullandıkları zamanlarda?... Hemen çok tuhaf bir oyuncak olan Sifteo Küplerden bahsedelim. Sifteo küpler, David Merrill ve arkadaşı Jeevan Kalanithi'nin kullanıcı etkilişimli hem fiziksel hem de dijital bir materyal tasarlama fikri sonucunda oluşan Siftables'ların geliştirilmiş hali... Üzerlerinde renkli LCD ekranları, anakartları, radyo alıcıları, kablosuz bağlantıları ve hareket algılayıcı sistemleri bulunan bu oyuncaklar, kendi aralarında iletişim kurabildikleri gibi bir bilgisayarla da sürekli olarak etkileşimli hale bulunabiliyorlar. "Sırala, gruplandır, oynat, durdur, istifle, titret..." gibi eylemleri kullanıcılara Sifteo Küplerle eğlenceli bir şekilde oyun oynayarak yapabilirsiniz diyen Sifteo Inc şirketi, bu küpler için farklı ve eğlenceli oyunları da tasarlayıp tıpkı Google Play Store gibi web üzerinden satışa sunarak oyun seçeneklerini de arttırmış bulunuyor. Şimdi ise işte, günümüz çocukları için çantalarında bilgisayarıyla gerçek zaman bağlantı kurabilecekleri mini bilgisayar küpleri şeklinde oyuncaklarının olduğu bir dönem yaşanıyor. Pekiyi, bu değişik ve etkileşimi kuvvetli oyuncaklara ek olarak bizler nasıl oyuncaklar tasarlayabiliriz, diye bir düşünelim... Aklınıza neler geliyor?...



Sifteo Inc Sifteo Küpler


Evet, günümüzde geliştirilen bu kadar akıllı oyuncaktan sonra yeni ve farklı oyuncak tasarım işine kollarımızı sıvamak, hakikaten de hayal dünyamızı zorlayacak gibi gözüküyor. Tabii gelecekte bugünkü oyuncakların tamamının hurdaya dönüşeceğini ve gelecek dönemlerdeki çocuklar için saçma aletler olarak nitelendirileceğini düşününce, yeni ve farklı etkileşimler sunan oyuncaklar geliştirmek fikri konusunda daha yaratıcı fikirlere doğru yelken açabiliyoruz. Şimdi düşünelim... Çocuklar için oyuncaklarına dokunmak büyük bir önem arz ediyor. Örneğin, oyun konsoluyla dahi oyun oynasalar, joystick ile el ile bir fiziksel temas kuruyorlar. Tabii bu da zahiri veya gerçek olsun, oyuncaklara dokunulma özelliğinin her zaman bulunması gerektiğini apaçık ortaya koymuş oluyor. Çocuklar için bir diğer nokta da, elbette bir karakter ile yakınlık kurmaktır, değil mi?... Şu sıralar, "Pepe'nin kırmızıları tükeniyor!" şarkısının bu nakarat kısmını duymanımız yoktur sanırım. Çünkü Pepe bir karakter ve çocuklar da bu karakteri çok sevdiler ve o karakterle yaşantılar oluşturdular. Ben Ten, Calliou, Pikachu örnekleri de aslında bu amaca hizmet eden diğer çizgi karakterler... Bu karakterler üzerinden üretilen oyuncaklara bakıldığında da çocukların çokça sahip olmak istedikleri oyuncaklar kategorisine girildi görülecektir. Yani çocukların hayal dünyalarının kahramanlara ihtiyacı var, değil mi?... Ya da çizgi filmlerde gördükleri karakterleri oyuncak olarak istiyorlar. Tasarımımızda bize rehber olacak diğer fikirlerden biri de hiç kuşkusuz ki bu karakter fikridir. Bir kahramana ihtiyacımız var. Ancak bir kahraman çizsek bile günümüzde görsel ve işitsel iletişimin tavan yaptığı bir dönemde yaşayan çocuklar için etkileşime giremeyecekleri kahramanlar pek de eğlenceli gelmeyecektir. Yani kahramanımız çocuklarla etkileşime girebilmeli... Etkileşime girecek ama basit bir şarkı mı söyleyecek ya da orasını burasını mı kıvıracak bu kahramanımız?... Elbette hayır. Çocukların yaşamlarına doğrudan hitap edebilecek ve onların bu değişen dünyadaki yaşantılarına hitap edebilecek... Esnek olacak örneğin. Yani o kadar çok fonksiyonu olacak ki, bunları çocuklar ezberleyemeyecek ve her seferinde oyuncaklarının farklı bir etkileşim özelliklerinin bulunduğunu anlayarak, daha eğlenceli zamanlar geçirebilecek... Her kahramanın bir çift gözü vardır, öyle değil mi?... İşte bizim oyuncak kahramanımızın da gözleri kesinlikle birer bilgisayar olmalı ve üzerinde uygulanan ivmesel değişiklikleri ve yer çekimindeki değişmeleri algılayarak, bulunduğu zemin üzerindeki koordinatlara göre çocukların mevcut durumlarına dönütler verebilmeli... Günlük yaşamlarında bu kadar çok fonksiyonu olan bu oyuncaklarıyla oynamadan önce mutlaka bu oyuncağı sanal ortamda tanımaları gerekiyor çocukların. Yani 3D özellikli bir oyun da tasarlamamız gerekiyor oyuncakla birlikte. Öyle bir ortam olmalı ki bu, çocuklar bu ortamda yapabildikleri pek çok şeyi oyuncaklarıyla birlikte kendi yaşamlarında da yapabilmeliler. Elbette bunları yaparken de, pek çok olumlu davranış kazanmalılar ve tasarlayacağımız 3D ortam ve oyuncak da bu kazanımlara hizmet edecek şekilde geliştirilmeli... İşimiz zor doğrusu... Fakat, en azından hayal edebiliyoruz. Şimdi düşünelim, böyle bir tasarım hayata geçse ve bu kadar fonksiyonu bulunan bir oyuncak tasarlanarak çocukların hem eğitimleri hem de hayal dünyaları için onlara verilse, nasıl bir sonuç çıkardı ortaya?... Çocuklar, çabuk sıkılırlar. Elbette her oyuncaktan sıkılacaklar Bunu da unutmadan, bu düşünsel olarak planladığımız bu oyuncağı geliştirmek için kaç milyon Euro'ya ihtiyacımız olduğunu hesaplamaya başlayalım. Sanırım işin içinden çıkamayacağız. İyisi mi, biz hayallerimizle baş başa kalalım. Belki bir gün hayat bulmuş hallerini görürüz. Ya da hayata kendimiz geçirebiliriz hayallerimizi, kim bilir...



17 Aralık 2012 Pazartesi

Bir Düşünceyle Yığılır Bin Engel, Bir Adımla Aşılır Bin Engel...



ENGELLERE ENGEL KOYAN KELEBEK ETKİSİ DÜŞÜNCELER



Uçurumlar, sonunda ulaşılmazlığı barındırırlar. Sonsuzluk, devamı olmayan bir yoldur. Ve hayat... Anne karnından ta ölüme değin uzanan... Sonunda kabirde bir yaşam; yalnız, sessiz ve soğuk... Huzur-u Mahşer'e erişmek için beklenen belki binlerce yıl, dünya aklıyla bir imkansızlığın resmidir. Ve insan, tüm bu yollarda tek başına yürüyen... Her adımında hayatında, ulaşılmazlığı göze batan... Gerçekleşmeyecek düşüncesi, akıllarda binlerce engel... Bugün imkansız olan yarın yaşanacak olandır belki, kim bilir?... Aslında her bir adımı hayatın; bu dünyası, berzahı ve sonsuzluğuyla, öncesinde milyonlarca kez yaşanmıştır. Engeller, onlara bakan gözlerle şekillenmiş, onlara bakan gözler yüzünden engel olmuştur. Hayat içerisinde yaşarken, zihnine milyonlarca engeli yazan, yine insandır yine insan...
                                 


Bir gün içinde gerçekleştirdiğimiz ve bize çok kolay gözüken binlerce eylem vardır ki, birileri için ölene dek gerçekleştirilmesi imkansız eylemlerdir. Örneğin, telefon çalar, cevap veririz ve hiç zorlanmayız konuşurken. Zaman zaman telefon sohbetlerimiz saatler boyu sürer devam eder. Yataktan çıktığımız ilk dakikaları düşünelim... Dişlerimizi fırçalamak, elimizi yüzümüzü yıkamak, bizim için hiçbir zorluğu olmayan eylemlerdir. Çoğu zaman bu eylemlerin imkansız olabileceğini düşünmeyiz bile, değil mi?... Ya da haydi alın ceketinizi ve dışarı çıkalım... Sokaklarda biraz yürüyelim... Sanırım aklınıza ilk gelen kaldırımlar olmuştur. Kaldırımları, yerden yükseklikleri en fazla 20-30 santimetre olan kaldırımları aşarken, hiç zorlanmıyorsunuz, değil mi?... O attığınız diğer basit adımlardan birini biraz aşağıya doğru atıyorsunuz ve kaldırımdan iniyorsunuz. Şimdi bir adım bir adım daha... Hiç zorlanmıyorsunuz. Ne kadar da kolay!... Bilmem dikkat ettiniz mi; o kaldırımların orta noktalarında aşağı doğru meyillendirilmiş rampalar var. Yoksa siz kaldırımlardan inip-çıkma eylemlerinizi biraz daha kolaylaştırmak için o rampaları mı kullanıyorsunuz?... Cevabınızın "Evet..." olduğunu duyar gibiyim. Evet, kaldırımlardan inmek ve onlara çıkmak, sizin için çok kolay olsa da siz bu eylemleri biraz daha kolaylaştırmak için o rampaları kullandınız. Şimdi size en az bu gerçekleştirdiğiniz eylemler kadar kolay bir soru soralım: Kaldırımlardaki bu rampalar acaba hangi insanlar için düzenlenmiş olabilir? Sanırım cevabı biliyorsunuz: Engelli insanlar için. Yani bacaklarını kullanamayan ve yürüme engeli bulunduğu için tekerlekli sandalye ile ulaşımını gerçekleştirmek 'zorunda' olan insanlar için... Çok dramatik bir cevap oldu, değil mi?... Sanırım biraz hüzünlendiniz. Belki de hiç hüzünlenmeyip, "sanki sadece engelli insanlar için mi düzenlenmiş, sağlıklı insanlar yürüse olmuyor mu yani?" diye düşünüyorsunuzdur. Ne kadar kolaycı olduğunuzu elbette bilemeyiz. Ha unutmadan, her şeyi çok net görebiliyorsunuz, çok net duyabiliyorsunuz ve çok net hissedebiliyorsunuz, değil mi?... Tevekkeli değil, bunlarla övünmeyi marifet sanıyor ve bunları yaratan Allah'ın sizden bu yetileri geri alabileceğini unutuyorsunuz.



Unutanları bir tarafa bırakalım, hafızası çok güçlü olanlar da var. Gerçekleştirilen eylemlerin bir imkansızlığın hayat bulmuş hali olduğunu düşünenler de var. Birilerinin imkansızlıklarına bir imkan arayanlar... İşte onların bu eylemleri pek de kolay değil, değil mi?... "Evet..." diyorsunuz yine, yine hak veriyorsunuz. Çünkü bu hayat, kolaylıklarını daha da kolaylaştıranlar için ne kadar kolaysa, zorluklara imkan arayanlar için de bir o kadar zordur. Ancak asıl olan ise, yılmadan bu zorluklarla mücadele etmektir. Bunu o kolaylıkla gerçekleştirilen eylemleri gerçekleştiremeyenler çok iyi bilir. Bir yerlerde bazı insanlar vardır. Bu insanlarsa işte, yaşamlarını bu denli zorluklarla yaşamak durumunda kalmış insanlar için harcarlar. Bir imkansızlığa imkan ararlar. "Benim düşüncelerim neye yarar, ben mühendis miyim ki?..." mi diyorsunuz? Ah şu kolaycılığınız olmaz olsun!... Yine kolay olanı seçtiniz. Şimdi sizin yerinize ben düşüneyim. "Yaşamı imkansızlıklarla dolu olan bu insanlar için yaşamları daha kolay bir hale nasıl getirilebilir?..." diye. Karşıdan karşıya geçerken hep kullandığımız şu yaya geçitleri geldi aklıma. Hani şu karşıya rahatça geçebildiğimiz yaya geçitleri... Göremeyen, duyamayan ve/veya zihinsel herhangi bir engeli bulunan insanlar için bu yolları kullanmak da çok zordur, değil mi?... Ben, sırf engelli insanlar için karşıdan karşıya geçişlerin çok güvenli bir hale getirilebileceğini düşünüyorum. Engeli her ne olursa olsun, sadece engelli insanlar için sensörlerle donatılmış yaya geçitleri ve onların hareketlerini algılayabilen çeşitli teknolojik donanımlarla donatılmış engelli yaya geçitlerinin düzenlenebileceğini düşünüyorum. Bu yollardaki ekranlar aracılığıyla onların yol üzerinde algılayamadıkları şeylerin göz önüne serilebileceğini düşünüyorum. Duyup da göremeyenler için... Yahut, göremeyen insanlar için, yaya geçitleri üzerindeki şeritlerin sensörler yardımıyla engelli insanların hareketlerini algılayıp ses ile ona bildirebileceği bir yaya geçitinin olabileceğini düşünüyorum. Olabilir, değil mi?... "Neden olmasın ki..." diyorsunuz. Yahut hem göremeyen hem de duyamayan engelli insanlar için, yine sensörler yardımıyla hareketlerinin algılanıp titreşimler aracılığıyla onların bu yollardan çok rahat ve çok güvenli bir şekilde geçebileceklerini düşünüyorum. Yaşamı o engeller yüzünden olanaksızlıklarla dolmuş bu insanlar için, yaşamlarını biraz daha kolaylaştırmak adına yüzlerce binlerce teknolojik ürünün tasarlanabileceğini düşünüyorum. Hatta bundan o kadar eminim ki... İsterseniz, arama motorunuzu açın ve yaşamı kolaylaştırmak için neler icat edilmiş, yaşamları imkansızlıklarla dolu olan bu insanlar için ne kadar faydalı ürünler tasarlanmış bir bakın... Göreceksiniz, birilerinin düşünülenleri gerçekleştirilebildiğini...


Günler gelip geçerken, yaşamımız devam ediyorken ve biz sağlıklıyken, elimizde olanların, yani o çok kıymetli olan sağlığımızın ve zamanımızın kıymetini bilmeliyiz. Ayrıca her ne olursa olsun, şu an sahip olduklarımızın bir gün tek bir anda elimizden kayıp gideceğini de hiç unutmamalıyız. Bugünün sağlıklı bireyleriyiz belki, ama bir yerlerde birileri bazı engeller taşıyor bedenlerinde... Onların yaşamları hiç de kolay değil... Fakat bunca imkansızlıklarına rağmen kuvvetli inançlarıyla bedenlerindeki bu aşılmaz zorluklarının üstesinden gelebiliyorlarsa bu insanlar, bizler de eli-kolu-ayağı, gözü-kulağı sağlam bireyler olarak, bu zorlukların aşılması, bu yıkımların inşa edilmesi için ürettiğimiz düşüncelerle ve girişimlerimizle onların bu engellerini ortadan kaldıramasak da yaşamlarını onlara daha yaşanılır kılabilmek için çalışmalıyız. Bizler için düşünce üretmek, kolay ve küçük bir adım olsa da, atılan bu küçücük adımlar bir kelebek etkisi yaratarak engelli insanlar için büyük adımlara dönüşebilir. 




Muhammet DURDU

2 Aralık 2012 Pazar

Çocuklarınızın Ellerinden Düşürmediği Oyuncaklar, İlerleyen Dönemlerde Yaşamlarının Odak Noktası Olabilir Mi?

Bu sorunun cevabını çocukluğumda çok sevdiğim bir oyuncağın, ilerleyen yaşamımı nasıl şekillendirdiğini anlatan bir dijital öyküleme ile vermek istiyorum. 




BİLGİSAYARLI HAYAT SERÜVENİ




Her insan için ağlarını ören hayat, benim için de kollarını sıvamıştı. Çocukluk yılları sonrasında okula gitmek, bütün ağırlığıyla omuzlarıma çökmüştü. Artık oynamaktan büyük bir haz duyduğum klavyeli atarim evin ücra köşelerine kaldırılacak ve ben de her sabah erkenden kalkıp okula gidecektim. Hummalı bir çalışmanın ardından okul için yapılması gereken her türlü hazırlık tamamlandı ve ben bu görev için son halimi almıştım; düz taranmış saçlarım, mavi önlüğüm, beyaz yakalığım ve korkulu ve ağlamaklı bakışlarımla…

Üzerinizde emeği olan herkesin sizin için düşlediği pek çok hayalleri vardır. Kimi zaman bu hayalleri gerçekleştirip onları mutlu edebilseniz de, çoğu zaman kendi yolunuzu çizer, kendi hayallerinizi inşa etmeye çalışırsınız. İlkokula başlarken eğitimime bir engel olacağını düşündükleri için evin ücra köşelerine kaldırdıkları klavyeli atarim, benim için geleceğime yön veren bir obje olmuştu. Klavyesi, mouse’u ile beni etkileyen o en sevdiğim oyuncağım, çok geçmeden beni bilgisayarların o akıl dünyasına itmiş ve bu sanal dünyayı keşfetmeye yöneltmişti. Hayallerimin peşinde, bilgisayarların karşısındaydım. Bilgisayarlar benim için DisneyLand idi, luna parktı. Masmavi bir okyanusun derinliklerine dalmak ve bütün bir okyanusu keşfetmekti. Bir diğer tutkumsa İngilizce diliydi. Hem İngilizce’yi daha iyi öğrenebilmek hem de bilgisayar dünyasına girebilmek için Erzurum Anadolu Ticaret Lisesi’nin Bilgisayar Programcılığı bölümüne yazıldım. Lisedeki ilk senem hazırlık sınıfında geçti. Kısa sürede öğretmenlerinin gözdesi olmuş, başarılı bir öğrenciydim. O büyük bir tutkuyla bağlandığım İngilizce dilini artık iyi seviyede öğrenmiştim ve çok iyi İngilizce konuşabiliyordum.
Hazırlık sınıfında göstermiş olduğum başarıyı lise hayatım boyunca sürdürdüm. İngilizce öğretmenlerim bana “Golden Boy” diye hitap eder olmuşlardı. Ancak sınıflar ilerledikçe dersler de zorlaşıyordu ve bazı zamanlar bu zorluk içinden çıkılmaz bir hal alıyordu.Derslere ek olarak İngilizce-Türkçe ve Türkçe-İngilizce çeviriler yapmaya çalışıyordum. Kimi zaman boş bulduğum sınıflarda dahi ders çalışır olmuştum. Günlerim gecelerime karışıyordu. Fakat ne olursa olsun, bir amacım vardı ve bu amaca ulaşmalıydım.  Bu süre zarfında kendi çabalarımla İngilizce olarak yazılmış bir kitabın çevirisini yapmayı bile başarmıştım. Kitaplar benim için en kıymetli hazineydi. Kitapsız bir ders, bir hayat, bir yaşam düşünemiyordum. Sosyal yaşamımsa kendi halinde ve normal seyrinde devam ediyordu. 4 yıllık lise hayatımın sonunda azmimin ve emeklerimin bir sonucu olarak okuduğum liseyi birincilikle bitirmeyi başarmıştım.


Lise birincisi olmak, ilk girişte üniversite sınavını kazanmam için yeterli olmamıştı. Fakat bu, yolun sonu demek değildi. Hayatta her zaman umut var olmak gerekiyordu. Hem hiçbir şey zor değildi ve imkansız da biraz zaman alıyordu. Ben, ticaret lisesi mezunuydum. Bir iş yeri açmak için gerekli olan teorik bilgileri lise eğitimim içerisinde öğrenmiştim. Bu konuda ağabeyim de tecrübeli biriydi. Bir girişimcilik örneği göstererek sigortacılık ve trafik müşavirliği üzerine bir iş yeri açma projesi üzerine ağabeyimle birlikte çalışmalara başladık. Çalışmalarımızın sonucunda sigortacılık ve trafik müşavirliği işlerini başarılı bir şekilde yürüten bir iş yerimiz olmuştu. Ya bilgisayar başındaydım, ya da direksiyon karşısında... Çocukluk oyuncağım bana yetişkinlikte yeni oyuncakları kullanmam için bana bir imkan daha sunmuştu.

Yıllar önce o ilk girişimde kazanamadığım üniversite sınavını da ikinci girişimde kazanmayı başardım. Çocukken oynadığım atariden aldığım ilhamla yöneldiğim bilgisayar keşfinin sonucu olarak şimdi de bilgisayar öğretmenliği yolunda ilerliyorum. Artık adına bilgisayar dediğim oyuncaklarımla atölyeye dönmüş odamda; konu-komşu, eş-dost, uzak-yakın demeden her tanıdığımın hastalanmış bilgisayarını bir bilgisayar cerrahıymışcasına ameliyat ediyorum.





Muhammet DURDU



18 Kasım 2012 Pazar

Avucumun İçinde Yeni Bir Teknoloji ve "ACABA NEDİR?" Sorusu


BİR TEKNOLOJİ SERÜVENİ



Aslında her şey, o ışıl ışıl parlayan teknoloji mağazalarının vitrinlerine bakmakla başlıyor. O kadar ilginizi çekiyor ki o teknolojik ürünler, bakmaktan ve kurcalamak istemekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Nasıl ilgimizi çekmesin ki hem?... Neredeyse ince bir kağıt misali led televizyonlar, katlanabilir ve taşınabilir tamamen dokunmatik ve basınç hassasiyetli tablet bilgisayarlar, her türlü işimizi yapabileceğimiz, avucumuzun içindeki mobil cihazlar... Teknoloji dünyasının bu rengarenk ürünleri, bam telimize dokunuyor ve maalesef her an bir yenisi çıkan bu ürünlerin, her zaman en yenisini kullanmak istiyoruz. İşte bu istek, bizi daha da çok teknolojinin bağrına götürüyor ve evlerimiz, adeta teknoloji çöplüklerine dönüyor. Ancak, şimdilerde teknoloji öyle bir boyut kazandı ki, aldığımız her üründeki her özelliğin işlevsel olduğunu, yani elimizdeki cihazların her özelliğinin kullanılabilir olduğunu görmeye başladık. Zira eskiden aldığımız cep telefonlarının veya televizyonların bize var olduğunu bildirdikleri özelliklerini ya kullanamıyorduk ya da kullanmak istesek dahi mevcut özellikler bahsedilen işlevini gerçekleştiremiyordu. Özellikle Google'ın Android işletim sistemli cihazlarına baktığımızda, var olan her özelliğin işlevsel olarak aktif olduğunu görebiliriz. Üstelik Android işletim sistemi linux tabanlı bir işletim sistemi olduğundan, her türlü geliştirici istediği herhangi bir konu için program yapabilmekte ve bu programlar Google Store Mağazasında alıcılarıyla buluşturulabilmekte... Böyle bir teknolojiyi cebimizde taşıyoruz işte... Düşünsenize, siz bir programcısınız ve yaşadığınız toplumda veya kurumda herkesin ihtiyacı olan bir sorunu saptıyorsunuz. Daha sonra saptadığınız bu sorun sizin için ticari bir kaynak haline gelmesiyle birlikte, bütün bu insanların sorunlarına da çözüm bulmuş oluyorsunuz. Nasıl mı?... Çok basit... Bir mobil cihaz uygulaması yazıyorsunuz ve bunu Google Store'da alıcılarıyla buluşturuyorsunuz. Alıcılar dedik, ancak tamamen ücretsiz olarak da bu sunumu yapabiliyorsunuz ve on binlerce insan Google Store'dan bu ürünleri tamamen ücretsiz olarak mobil cihazlarına indirebiliyor. İşte size tamamen kullanıcı etkileşimli bir platform ve hayatın her zorluğu için basit ve küçük boyutlarla yazılabilecek programlarla teknoloji kolaylığı...  Yaklaşık iki senedir Google'ın mobil cihaz teknolojisiyle haşır neşir bir haldeyim ve gerçekten, bu zaman dilimi içerisinde bir kez olsun cihazıma ödediğim miktar için bir pişmanlık duymadım. Çünkü yaşamımın her anında bu teknolojiden yeni yeni özellikleriyle faydalandım ve benim için pek çok kolaylığın kapılarını araladığım ve yeni yeni şeyler keşfettiğim bir maceraya dönüşüverdi, bu yeni teknolojiyle yaşamım...

Günlerden pazar ve benim için biraz gezip dolaşmak ve vitrinlere bakmak, şöyle biraz teknolojiyle ilgili olmak için bir fırsat... Öncelikle yine her zamanki gibi, o çok sevdiğim markaların mağazalarına gitmekle başlıyordu serüvenim... Bir kaç mağazada, bir kaç ürüne baktıktan sonra, kendimi bir teknoloji mağazasında cep telefonlarına bakarken bulmuştum. Bilirsiniz, bu mağazalardaki çalışanlar sizi içeriye çekmenin bin bir türlü yolunu biliyorlardır. Velhasıl, mağazadaydım ve vitrinlere dikkatlice bakıyordum. O kadar enteresan cihazlar görmekteydim ki, cep telefonumu daha yeni almış olmama rağmen, artık cebime ağır gelmeye başlamıştı. Yani artık olabildiğince soğumuştum, o cihazları gördükten sonra kendi telefonumdan... Fakat bir hikmet-i ilahidir ki, o gün nasıl başardıysam, o çok beğendiğim cihazı almadan mağazadan çıkıp gittim. Ancak o günden sonra o akıllı cihaz benim için bir rüyaya dönüştü ve geceleri rüyalarıma girer oldu. Yine o rüya dolu gecelerden birinde, "rüyaları gerçekleştirmenin yolu onlardan uyanmaktır." dedim, kalktım ve hemen internete girdim. Bir teknoloji mağazasının web sitesine girdim. O çok beğendiğim Android işletim sistemli akıllı cihazın siparişini verdim. Üstelik 250,00 TL indirimle! Benim için tam manasıyla bir "turnayı gözünden vurdun!" vak'ası olmuş oldu.
Samsung Galaxy Wonder
Beklenen gün geldi ve kargoyla gelen ürünümle, yani akıllı cihazımla artık baş başa kalmıştık. Fakat bu da neydi böyle?... Daha önce kullandığım hiçbir cep telefonuna benzemiyordu. Allah'ım, elimdeki alet yoksa bir uzay mekiği kumandası mıydı?... İşte böyle abartılı ve bir o kadar da gereksiz sorular sormaya başlamıştım, cihazımı kullanmaya başladığım ilk anlarda... Daha önce dokunmatik cihaz kullanmış olduğumdan, dokunmatik özelliğini kullanırken çok da zorluk çekmedim. Ancak, o kadar hassas bir algılama özelliği vardı ki, gömleğimin ekran üzerinde kayıyor olması, ekran kilidinin açılması için yeterli oluyordu. Kullanıcı arayüzünün o inanılmaz güzelliğini seyre dalmıştım, dersem, pek de abartmış olmayacağım. Ulaşmak istediğim her şeyi, kendime göre düzenleyebiliyor olduğum muhteşem bir menü ve 7 farklı masaüstü seçeneğiyle her programa 1-2 saniyede ulaşabileceğim bir cihaz vardı elimde artık...

Masaüstü Görünümü
Ekran Kilidi Görünümü

Menü Görünümü


 Ama anlayamadığım bir şekilde, daha akşam olmadan şarjı bitiyordu cihazımın. Bu durumu çözmem gerekiyordu; çünkü Google Store'dan indirdiğim onlarca oyun, oynamam için beni bekliyordu. Şarj süresini uzatmanın yolunu bulmak çok da zamanımı almadı, diyebilirim. Cihazın ayarlar bölümünden internet veri bağlantısını kapatmak ve arka planda sürmekte olan veri akışını durdurmak işimi gördü. Artık akşama kadar oyun oynasam dahi bir gün boyunca şarjı bitmiyordu. Ancak itiraf etmeliyim ki, bir süre sonra oynadığım oyunlardan sıkılmaya başlamıştım. Çokça gerek duyduğum pek çok uygulama buldum. Artık cihazımda; Kur'an-ı Kerim ve meali, Risali Nur Külliyatları ve Osmanlıca, İslam İlmihalleri, tesbihat ve cevşen, İngilizce konuşan sözlük ve daha bir çok uygulama vardı. Her biri yaşamım için bilgi ve ilim kaynağıydı. Bu uygulamalardan hala daha çokça istifade etmekteyim ve çok da memnunum.


Menü Başka Bir Görünüm
Google Play Ücretli Uygulamalar
Google Play Ücretsiz Uygulamalar


Artık hiç kullanmaktan vazgeçemediğim bir telefonum vardı. Her geçen gün yeni bir özelliğini keşfediyor ve kendim için yeni bir kolaylık daha buluyordum. Bir gün, ailecek dolduk arabaya ve akraba ziyareti için yola çıktık. Zira günlerden bayramdı ve köyde yaşamakta olan bir akrabamızın yanına gitme hasleti duyduk. Fakat, gideceğimiz köyün daha önce kullanılmakta olan yolu kapatılmış ve gitmemiz için yeni yolu kullanarak ulaşımımızı gerçekleştirmemiz gerekiyordu; ancak, aynı zamanda tüm trafik levhaları da yol boyunca kaldırılmıştı ve zaten karanlığın çökmüş olmasıyla beraber hiçbir şekilde ulaşımımızı gerçekleştiremiyorduk. Arabayı kullanmak görevini üstlenen bendim ve arabada bulunan annemin tecrübelerinden faydalanarak ulaşımı sağlamaya çalışsam da nafile olmuştu. Hemen arabayı sağa çektim ve "ne yapabilirim?" diye düşünmeye koyuldum. İşte o an yine imdadıma yetişen o çok akıllı mobil cihazım oldu. Şimdi adım adım akıllı bir cihazdaki navigasyon ile bir adrese nasıl ulaşılacağını bir bakalım...

(Kendi cihazıma bağlı kalarak bu özelliğin nasıl kullanılacağını anlatacağım, fakat farklı farklı markalarda adımlar değişebilir. Ancak yine de navigasyon özelliğini kullanmak istiyorsanız, izleyeceğiniz adımlar buradakiyle hemen hemen aynı olacaktır.)


İlk olarak cihazımın GPS özelliğini açmam gerekiyordu. Derhal bunu aktif hale getirdim.

Perde Menüsü
Gps Aktif


 Daha sonra internet bağlantısı sağlayabilmek için, daha önce şarjdan tasarruf sağlamak maksaydıyla kapatmış olduğum internet veri ağı kontrolünü aktif hale getirdim. Tuş kilidi tuşu üzerine basılı tutarak açılan kısayol menüsünden Veri Ağı Modu'nu Etkin olarak ayarladım.

Tuş Kilidine Basılı Tutularak Açılan
 Kısayol Menüsü

Artık navigasyon ile adres alacağım pencereye ulaşabilirdim. Masaüstündeki Navigasyon seçeneğine dokunarak navigasyon programını açtım. Bu bölümde gitmek istediğim adresi girdim ve yol tarifi al seçeneğine de dokunarak ulaşmak istediğim yolun krokisinin çizildiğini ekranda görmüş oldum.

Varılacak Yer

Konum

Konuma göre yol tarifi


Artık yolun güzergahının değişmiş olmasının veya yol çalışmalarına bağlı olarak tüm tabelaların kaldırılmış olmasının hiçbir önemi kalmamıştı. Gideceğimiz yer için bütün yol detaylarını akıllı cihazımın içerisinde görebiliyordum. Yönergelere tıkladım ve adım adım hangi yolu kullanarak kaç km gideceğimi ve kaç km sonra hangi konumdan ne yana dönüş yapacağımı bir bir görüyordum. Bu adımları izledim ve yine navigasyon yazılımının gitmek istediğim yere bana vaat ettiği gitme süresi içerisinde varmak istediğim yere rahatlıkla varmış oldum.

Adres Yönergeleri
Dönüş Noktaları ve Talimatlar


İşte bu yaşadıklarım, benim için bir teknoloji serüveni haline dönüşmüştü. Küçük bir cihazın ne büyük işler halletiğini gördükçe de, yaşamdaki bütün kolaylıkların aslında küçük detayları keşfetmekte ve bu keşifleri uygulayabilmekte yattığına olan inancım bir kere daha tazelenmiş oldu. Teknolojinin gelişimine ve yaşamımızdaki yerine bakarsak, hakikatten de bizim için ve kendi içerisinde bir serüven haline dönüşmüş olduğunu rahatça görebiliriz. Siz, şu an bu yazıyı okurken, dünya çapında binlerce, hatta belki yüz binlerce yeni ve farklı teknolojik ürünler üretiliyor. Düşünebiliyor musunuz, var olan serüven içerisine yeni ve birbirinden farklı başka başka serüvenler de katılıyor. Pekiyi, kendinize hiç sordunuz mu: "Ben bu serüvenin neresindeyim?" diye?... Vereceğiniz cevaplar, yaşamınıza aktif olarak aldığınız teknolojilerin sınırlarıyla çizilse de, yaşantınızı düşündüğünüzde sağlık imkanlarından, sosyal hizmetlere, eğitimin gerçekleştirilmesinden, dünyayla iletişime kadar her yaşam gereklilikleri için teknolojinin vazgeçilmez bir unsur ve hatta başlı başına bir rehber olduğunu görebilirsiniz. Nerede olduğunuzun veya kim olduğunuzun önemi yok. Şayet geleceği istiyorsanız, teknolojiye kapılarınızı sonuna kadar açmalı; ancak, getirdiği her türlü zarar içinse, manevi kapılarınızı açılmaz kilitlerle kapatmalısınız.




Muhammet DURDU

11 Kasım 2012 Pazar

Bilgisayar Oyunlarının Gizil Öğrenmeler Üzerindeki Etkisi ve Teknolojinin Akıl Almaz Hali

TEKNOLOJİ MADALYONUNUN DİĞER YÜZÜ


Sokaklarda yürürken gördüğümüz ışıl ışıl parlayan vitrinlerdeki son model tv'ler, teknoloji mağazalarında akıllarıyla aklımızı şaşırtan mobil cihazlar, haber bültenlerinde gördüğümüz robot teknolojisinin son ürünü robotlar ve daha bir çoğu... Aslında hiçbiri bizim seçimimiz olmamışken ve belki aslında pek de ihtiyacımız yokken hayatımızın bir parçası haline gelmiş teknolojik cihazlar... Biz ne yaparsak yapalım her geçen gün daha da çok hayatımıza girecek ve bizim için olmazsa olmaz ürünler haline dönüşecektir. Teknolojiyle ilgili bu olmaz olası durum, beni olabildiğince derin düşüncelere sevk etmekte ve gelecekle ilgili enteresan senaryolar yazdırmakta... Adeta esrar bağımlısı olmuşcasına şuursuzca teknoloji bağımlısı haline gelmiş olan i
nsanları, teknoloji kuyularına düşmüş; o karanlık kuyularda bilimin en son ürünleriyle dahi kendileri için bir dirhem ışık bulamamış ve  kendi karanlıklarında hapsolmuş olarak burunlarının uçlarını bile göremeyen ve  neyi, ne için yaptıklarını bilmeden yaparak savrulmakta olan yığınlara benzetmekteyim çünkü. Tablonun bu korkutucu kısmı şöyle dursun, bilgi işlem teknolojilerini insanlığın ve kendisinin lehine kullanılabilen pek çok insan da var. İster eğlence maksatlı olsun, isterse bilimsel bir amaçla kullanılacak olsun, teknolojinin nimetlerinden faydalanabilen ve bu yararlılığı gün ve gün her durum için artırabilen insanlar da var. Bu insanlara baktığımızda, bilgisayarı eğlence maksatlı kullanmak istediklerinde bile kendileri için pek çok kazanımı ön koşul görerek bu fiili yerine getirdiklerini görürüz. Teknolojinin karanlık kuyularında, köhneleşmiş zihinlerin aksine, düşünsel olarak gelişmiş ve gelişimlerinin paralelinde bilgisayarı bir araç olarak gören bu bireyler, zeka kapasitesi olarak üst düzey seviyelere erişmiş olmalarının verdiği avantajla her türden yeti gerektiren bilgisayar oyunlarını dahi çekirdek yer gibi oynarlar. Bu sayede zihinsel fonksiyonlarındaki dinamizmi en üst seviyede tutarlar ve bilgi işlem teknolojilerinin istisnasız her ürünü onlar için geliştirilmeye gebe birer denek haline gelir. Araştırırlar, keşiflerde bulunurlar ve dünya için küçük ama kendileri için çok büyük adımlar atarlar... 


Bilgi işlem teknolojilerine baktığında, özellikle bilgisayar oyunlarının hiçbir işe yaramadığını düşünen pek çok ebeveyn olabilir. Fakat düşünüldüğünde, özellikle stratejik düşünme yetisi kazandıran oyunların, zeka gelişimine büyük bir katkı sağladığı görülmektedir. Bilgisayar oyunlarına baktığımızda, mevcut bir probleminin olduğunu ve bu problemin çözümünün de karmaşıklaştırarak pek çok sebebin altında yatan sebeplerle bütünleştirilerek çıkarıldığını görürüz. Normal şartlar altında bir çocuğa veya gence hali hazırda bir problemi çözdürmeye çabalayarak onun problem çözme yeteneğini geliştirmek istemek, deveye hendek atlatmak kadar zor hale gelebilir. Oysa bilgisayar oyunları problem çözme yeteneğini kazanım haline dönüştürürken aynı zamanda muhakeme yeteneği de kazandırarak sebeplerin altında yatan sebeplerin altındaki sebepleri mevcut sonuçlarla harmanlayarak yeni ve farklı, parçalarından bir bütün haline gelmiş sonuçlar elde ettirme özelliği de kazandırırlar. Bu durumu cümlelerle ifade etmeye kalktığımızda bile, sizlerde görmektesiniz ki, anlamakta zorluk çekebiliyoruz. Öte yandan, "sadece problem çözmeye dayalı, stratejik özellikler kazandıran bilgisayar oyunları mı var ki?" dediğinizi duyar gibiyim. Evet, pek çok oyun konsolu ve pek çok konu üzerine hazırlanmış bilgisayar oyunları var. Bu oyunların sınırsız oluşu, bizim için "acaba mevcut her oyun, bize bir şeyler kazandırabilir mi?" diye sormamıza sebep teşkil ediyor. Gelin bu zamana kadar oynadığımız bütün bilgisayar oyunlarını düşünelim... 
Sanırım aklımıza ilk gelenlerden biri Süper Mario oyunu olacaktır. Amaç nedir Süper Mario oyununda?... Bilirsiniz işte prensesi kurtarmak elbet... Fakat farklı farklı hedeflerimiz de vardır. Örneğin, altın topluyoruz. Her 100 altın için yeni bir canımız oluyor ve bu da oyunu bitirebilmemiz için yeni bir şansımızın daha olduğu manasına geliyor. Ölmemeye çalışıyoruz; üzerimize gelen türlü türlü canlılar var ve boşluklardan da aşağıya düşmemeliyiz. İşte Süper Mario oyununa baktığımızda dahi, birden fazla problemin tek bir anda kullanıcıya, yani çocuğa sunulduğunu görebiliyoruz. Bu tarz oyunların zararı ise hiç kuşkusuz bağımlılık haline gelebilmesi olacaktır elbette. Çünkü oradaki aşamaları aşma isteği, çocukları ekrana hapsedecektir. Fakat bu durum dahi oyunu oynamakta olan çocuk için bir kazanım haline dönüşecektir. Çünkü oynadığı oyunda kaybettiği her can hakkı ve yanlış uyguladığı her yöntem için yeni bir tecrübe edinecektir. Yani çocuğumuz, "hata yapma" ve "hata yaparak yanlışlarını düzeltme" kavramlarını hiç farketmeden öğreniyor olacak. Diğer yandan, aşamalı olarak ilerleyebildiğini görecek. Yani oyuna baktığında seviye seviye ilerleyebildiğini ve bir üst seviyeye ulaşabilmek için öncelikle alt basamaktaki seviyeleri bitirmesi gerektiğini görecektir. Bu durum ise, ona hayatında istediklerini bir anda değil de ancak aşamalı olarak sahip olabileceği gerçeğini öğretecektir. Hatta bu durumu biraz daha irdelersek, seviye seviye ilerlenerek oynanan oyunların çocuklar için ilerleyen yaşamlarında planlara dayalı yaşama alışkanlığına temel oluşturacağını söyleyebiliriz. Okul hayatında zorlu bir maratona başlayacak olan bir çocuk için, bütün derslerine derslerini organize ederek çalışmak ve ulaşmak istediği o başarı olgusuna ulaşabilmek, bir anda gerçekleşebilecek bir şey değildir. Fakat bu gerçeği aslında oynadığı oyunlarda hissetmeden öğrenmiştir. Pek bocalamayacak ve istediği o başarı olgusuna ulaşabilmek için, öncelikle izleyeceği adımlar olması gerektiğini bilecektir.

Problem: Mermiyle vurulmadan ve basamaklar üzerinden
düşmeden, ördeği tükürük silahıyla etkisiz hale getirip ve/veya
ördekle 
hiç uğraşmadan basamaklar üzerinden zıplayarak, altınları toplamayı
 ihmal etmeden yola devam etmek..



Sadece basit bir oyunu irdelediğimizde dahi, oyunu oynayan için pek çok kazanımının olabileceğini görebiliriz. Ancak düşünülmesi gereken, bilgisayar ve/veya konsol oyunlarının ne sıklıklarla ve ne kadar süre boyunca oynanılacağıdır. Özellikle bu oyunları oynayan bir çocuk ise, mutlaka bir ebeveyn kontrolü gerekmektedir. Nihayetinde çocuklar, yapmaktan hoşlandıkları şeyleri sürekli olarak yapmak isterler ve bu da söz konusu bilgisayar oyunu oynamak olduğunda, daha da çok hoşa giden bir aktivite olacak çocuklar da bu oyunların başından hiç kalkmak istemeyeceklerdir. Ön görüm şu ki, ebeveyn kontrolünde oynanan ve oynama zaman aralıkları çok iyi düzenlenmiş bir çocuk için, oynadığı bilgisayar oyunları tek başına öğretici nitelikte olacaktır
. Bir diğer önemli nokta ise, hiç kuşkusuz oynanılacak oyunun çocuğun yaşına uygun olarak seçilmiş olmasıdır. Aşırı stres veya aşırı şiddet barından oyunlar, çocuklar için çok zararlı olacaktır. Bu noktada bilgisayar oyunları hakkında bir araştırma yapılabilir ve seçilen oyunları çocuklara seçme şansı tanınarak oynamaları sağlanabilir. Koşulsuz ve hissettirmeden öğretme eylemi, bu şekilde gerçekleşecek, oyunla mücadele etmeye çalışan bireyler de bu mücadeleler sonunda çeşitli kazanımlar elde edeceklerdir.  



Günümüzde internet ortamlarını özellikle toplumumuz tarafından sıkça dahil olunan ortamlar olarak görmekteyiz. İnternet ortamında en çok girdiğimiz web site ise, açık ara farkla sosyal paylaşım sitesi olan Facebook olarak gözüküyor. İnsanımız, halihazırda yapmış olduğu veya yapmakta olduğu her ne varsa bunu tanıdığı ve/veya tanımadığı her insanla paylaşma hasletiyle yanıp tutuşuyormuş meğer, Facebook'un kurulmasıyla bunu da anlamış olduk. İnternet kullanımında sosyal paylaşım siteleri haricinde en çok kullandığımız web ortamları ise, özellikle içerikleri oyun olan ve oyun oynanılan platformları olarak göze çarpmakta... Yani yaşantısını olabildiğince paylaşan ve sanal oyunlara aklımızı kaldıran bir toplum olarak dünya sahnesinde yerimizi bulmuş olduk, desek, pek de yanlış olmayacaktır. Sosyal yaşantımızı daha da sosyalleştirmek adına yaptığımız yaşantı paylaşımımız esnasında dahi oyunlardan ayrı kalamadığımızı ve adeta sürekli olarak "Oyun, oyun, oyun, oyun!" diye yanıp tutuşan bir toplum olduğumuzu, Facebook hesabıma sürekli olarak gelen oyun isteklerini gördüğüm zaman bir kez daha anlamış oldum.  Bir önceki paragrafta değindiğim bilgisayar oyunlarının eğitici bir özellikte olabilmesinin ön koşulu olan ebeveyn unsuru ise, ne yazık ki çoğunlukla sosyal medyaları ve web ortamlarını şuursuzca kullanan bireyler olarak gözüküyor. Meseleye bu açıdan baktığımızda, eğitimimiz için her türden şeyi materyal olarak alabileceğimizi ancak kontrol mekanizmamızın çok iyi gelişmiş olması gerektiğini görüyoruz. Aksi takdirde ebeveynlerindeki anlaşılmaz durumları zihninde şemalara döken bir çocuk için, bilgisayar oyunları maalesef sadece zararlı içerikler olarak kalacaktır. "Kem aletle kemalet olmaz." mantığıyla baktığımızda, eğitim için seçilen her ne olursa olsun, kemalet seviyesine ulaşabilmesi için seçilen nesnenin mevcut özelliklerinin seçilen kişi veya gruba uygun olması gerekmektedir. Bunu başta kendimiz ve toplumsal hayatta üstlendiğimiz öğretici kimliğimizle kendimizden başka herkes için, bir ön koşul olarak görmeli ve kasıtlı veya gizil öğrenmelerin belirlenmesindeki rolümüzü çok iyi oynamalıyız.  

4 Kasım 2012 Pazar

Bir Bütünün Parçalarından Gün Yüzüne Çıkışı ve Parçaların Bütünleri Oluşturmaktaki Farklı Mizaçları

                                                                BİR BÜTÜNÜN HER PARÇASI




Hayatımızda başımıza gelen zorluklarla şayet iyi mücadele edebilirsek, daha sonraki zamanlarda bizim için ne büyük kolaylıklar sağladığını yaşayarak görmüşüzdür. Aynı zaman dilimi içerisinde hem ilköğretim birinci ve ikinci seviyedeki hem de lise düzeyindeki öğrenciler için eğitim ortamını tasarlamak durumunda kalan bir öğretmenin ilk etapta işinin çok zor olacağını düşündüğümde, bu zorlukla şayet iyi mücadele edebilirse, sonunda çok iyi bir eğitimci olabileceğini görmenin de aynı tecrübeye örnek teşkil edeceğini söyleyebiliriz. Fakat bu öğretmen bu işi nasıl yapacak?... Hangi öğrenci grubu için hangi öğretim yöntemini seçecek ve öğretim ortamlarını farklı öğrenci grupları için nasıl tasarlayacak?.. İşte ben bu yazımda bu sorunun cevabını arıyorum. 








Formal eğitim kurumlarında eğitimin gerçekleştirilmesinden bahsettiğimiz, daima en önemli unsurun bu ortamlarda eğitim-öğretim etkinliklerini gerçekleştiren öğretmenler olduğunu görürüz. Öğretmen; öğrencilerini gözlemler, farklılıkları belirler, neyi, nasıl ve ne zaman öğreteceğini ortaya koyar. Nihayetinde en önemli görev, öğretmene düşecektir. Taş çok ağırdır ve taşın altında kalan el de söz konusu eğitim-öğretim ortamları olduğunda öğretmenlerin elidir. Mevcut eğitim sistemimiz ise "4+4+4" şeklinde belirlenmiş ve öğrencilerin yetiştirilmesinde üç aşama olmasını gerekli görmüştür. Bu eğitim sistemiyle yapılmak isteneni kısaca açıklayacak olursak, ilk aşamada öğrencilerin mevcut yeteneklerinin belirlenmesi ve sonrasındaki kademelerde de bu yeteneklerinin geliştirilmesine yönelik eğitim almalarının sağlanması diyebiliriz. Yani zaten yükü çok ağır olan ve taşın altına ellerini koymuş olan özellikle eğitim-öğretim ortamını ilk aşamada tasarlayacak olan öğretmenler için çok önemli bir sorumluluk daha ortaya çıkmış oluyor. Öğrenciler eğitimlerinin ilk aşamasındayken yetenekleri ne ölçüde doğru analiz edilirse, diğer iki aşamada da o kadar başarılı olacak ve nihayetinde devam edecekleri eğitimlerinde ve/veya iş hayatlarında o ölçüde başarılı olacaktır. İşte bu analizi yapacak olan ve öğrencileri diğer kademelere atayacak olan öğretmenlerdir. Bu tabloya bakınca, eğitim sisteminin her kademesinde eğitim vermek durumunda olan bir öğretmen olsaydı ve hafta içerisinde farklı farklı seviyelerden öğrencilerin öğretim tasarımlarını yapmak zorunda kalsaydı, hali nice olurdu, diye bir önyargı beliriyor aklımda. Bu açıdan baktığımda bu durumda olan bir öğretmenin işinin çok zor olacağını düşündüğümde, "acaba her seviyeden öğrenciyi bir anda takip etmesi, kazandıracağı davranışlar açısından öğretmene ipuçları vererek öğretim ortamlarını daha kolay tasarlamasını sağlayabilir mi?" diye de düşündüm. Aslında hakikatten de şayet bir öğretmen, her seviyeden öğrenci grubu için eğitim-öğretim gerçekleştirirse, her düzeydeki öğrenci profilleri için eğitim-öğretim gerçekleştirmek durumunda olursa, kazandırılması gereken davranışlar hangi süre içerisinde ve hangi yöntemlerle öğrencilere kazandırabileceğini çok daha iyi görebilir. Yani bu yazımda sorularıma aradığım cevaplar, benim için iyi bir öğretmen olmanın ön koşulları olmuş oldu.Böyle bir yükün altında kalmış bir öğretmen olmuş olsaydım, yapacağım ilk iş gözlem yapmak olurdu. Nihayetinde almış olduğum öğretmenlik eğitimiyle teorik olarak öğrencilerimin yaşlarını ve özelliklerini bilen bir öğretmen olarak, derslerde seçeceğim yöntemleri ve tasarlayacağım materyalleri kafamda teorik olarak şekillendirmiş olacağımı söyleyebilirim. Yapacağım gözlemlerse, öğrencilerimi tanımam ve hangi düzey için nasıl davranacağımı belirlemekte bana ipuçları verecektir. Ders zili çaldı ve ben öğretmenlik görevini üstleneceğim ilk ders için ilköğretim birinci sınıf düzeyindeki sınıfımda ilk dersime katıldım, diyelim. Sanırım ilk gözlemleyeceğim şey, öğrencilerin yüzlerindeki şaşkın ve korku dolu bakışlar olacaktır. Okul öncesinde aldıkları bir takım temel bilgiler sayesinde az çok okul ortamını bilseler de onlar için o an ben, aslında sadece bir yabancı olacağım. Ağzımda çıkacak her kelime onları ilk önce duygusal açıdan yakalayacak. Her an gülümsemeli ve sempatik olmalıyım. Onlara söyleyeceğim her kelimeyi özenle seçmeli ve kalbimin sevgi odacıklarında bekletmeli, ardından anne-baba kokusuyla bezeyerek onlara sunmalıyım. Ses tonum alçak ve sevimli olmalı... Her birinin gözlerinin içine sevgiyle bakmalıyım. Oturdukları sıraları evlerindeki koltuklarmış gibi hissettirmeli, önlerindeki masaları evlerindeki mutfak masasında annelerinin elinden yedikleri yemeklerin lezzetiyle harmanlayabilmeliyim. Ben tüm bunları yaparken, onlar bir yabancıyla konuşuyor olacaklar ve bunu da hesaba katmalıyım elbette. Yani yapacağım ilk şey, kendimi onlara sevdirmek ve eğitim ortamımızı bir aile ortamına dönüştürmek olacaktır. Bu ortamı sağladığımda, artık öğrencilerim kendilerini rahat rahat ifade edebilecekler ve okula gelmeyi seveceklerdir. Bu aşamadan sonraki işim onlara kazanmalara gereken davranışları hangi yöntemlerle ve materyallerle kazandırmak olacak. Motivasyonları sağlayabilmek için kavramsal olarak öğrenmeleri gereken ve onları sıkacak şeyler arasında belli aralıkları onları eğlendirecek şeylerle doldurmalıyım. Bu seviyedeki öğrenciler için uygulayabileceğim yöntemlerin temelinde eğlenmek ve hoşça zaman geçirmekle eğitimi gerçekleştirmek olacaktır. Düz anlatım yöntemiyle dersimi işlerken, anlattığım her kavramla, bilgiyle ilgili pek çok örnek vermeli ve bu kavramları, bilgileri onların günlük hayatta karşılaştıkları ve çok iyi bildikleri yaşantılarıyla ilintilendirebilmeliyim. Olumlu ve/veya olumsuz pekiştireçlerden, I. Tip ve/veya II. Tip ceza türlerinden her an faydalanmasını bilmeli ve asla bu şekilde onları rencide etmemeliyim. Bir sonraki dersim ilköğretim ikinci seviye düzeyindeki diğer sınıfımdaki öğrencilerimle sınıfımdayım, diyelim. Daha önce birinci seviyedeki öğrencilerim için hazırlamış olduğum sıcacık aile ortamını, bu seviyedeki öğrencilerim için de hali hazırda bulunmuş olması gerektiğini belirterek, fazladan ne yapabilirim; ya da ne yapmalıyım, ona geçmek istiyorum. En önemli farklılık, artık öğrencilerimin okuyor ve yazıyor olması olacaktır. Artık her biri kitaplarından ve/veya tablet bilgisayarlarından metinleri okuyabiliyor, bu metinlerle alakalı yazılı çalışmalar yapabiliyorlar. Bu özelliklerini öğretim süreciyle harmanlayabilmeliyim. Seçeceğim materyaller öğrencilerimin yaşantılarına uygun ve çok kolay yorumlayabilecekleri şeyler olmalıdır. Örneğin, pencereyi açıp gökyüzünde parıl parıl parlayan Güneş benim için genel bir materyal olabilir. Ya da yağan yağmur, esen rüzgar, çakan şimşek... Çünkü her biri güneşle ısınmış, yağmurla ıslanmıştır. Her zaman ön planda tutacağım şey, asla onları sıkmamak olmalıdır. Sürekli gözlemlerimi de sürdürmeliyim elbette. Hangi öğrencim hangi konu için içerisinde ne kadar heyecan barındırıyor bunu ortaya koyabilmeliyim. Çünkü benim görevim, ondaki cevheri görmek ve o cevheri geliştirebilmesini sağlamak. Günlük hayatta yaşadıkları bir olayı dramatize ettirebilirim. Her biri örnek bir olay için bir karakter olabilir ve bu dramatizasyon benim onlardaki cevherimi ortaya koyacağım süreçte benim için çok önemli ipuçları verebilir. 


Öğrenciler tiyatro oyunu ile öğreniyor.
Kağıttan bir araba, bir dünya, bir hipodrom veya bir okul... Bu seviyedeki öğrencilerimin hayal dünyalarını inşa edebilmeliyim. Onlar için dünya, kocaman bir şekerlemeyi ifade ediyor olabilmektedir çünkü. Seçeceğim yöntem ve tasarlayacağım materyal bu bilgiler ışığında olmalıdır. Netice itibariyle ilköğretim birinci ve ikinci seviyelerde tasarlayacağım eğitim birbirinden keskin çizgilerle ayrılmamış olacak ve tanıma, anımsatma, kavratma, mutlu ve huzurlu kılma eşikleriyle sürüp gidecektir. Sıra geldi lise düzeyine... Artık işim çok daha zor ama bir o kadar da kolay aslında... Cümle düşük veya anlatım bozukluğu içeriyor, diyebilirsiniz. İşim zor; çünkü öğrencilerimin sorunları, beklentileri ve heyecanları çok yüksek... Fakat işim kolay; öğrencilerim artık ister somut olsun ister soyut olsun, her türlü kavrama vakıf olabilecek bir yaşa ermişler ve ben onlar için her zorlukta materyaller tasarlayabilir ve her türlü öğretim yöntemini uygulayabilirim. Cebimdeki maskotu çıkarırım ve "bu ne renk?" diye sorarım. Maskotum sarı renktedir ve öğrencilerim yoğunluklu olarak, "maskotunuz sarı..." diyecektir. Aralarında sivri zekalı bir kaç tanesi, "ben maskot görmüyorum." veya, "maskotunuz lacivert..." diyebilir. Bir tartışma ortamı oluşturarak, beyinlerini özgür bıraktırırım. Bu aşamada herhangi bir programlama diliyle yazacağım bir yazılımın döngüleri üzerinde düşünmelerini sağlayabilirim. Veya  bilgisayar ortamında herhangi bir programda bir düşünceyi betimleyecek bir karikatür çizdiririm. Ortaya bir problem atarım, neden ve hangi koşullarda bu problemin meydana geldiğini açıklamalarını isterim. İstedikleri zaman bana soru sorabilecekleri bir ortam da öncesinde mutlaka oluştururum elbette. Çevrimiçi ortamlarda sürekli olarak etkileşim kurabileceğim bir web platformu tasarlar ve her an her yaratıcı fikirleri için bir rehber görevini görebilirim.

Ekip çalışmasının önemi betimleniyor.

Lise seviyesindeki öğrencilerim için en çok önem vereceğim konu ise, hiç kuşku etmeden söyleyebilirim ki, grupla çalışma alışkanlığı kazandırmak olacaktır. Grupla çalışmayı eğitimdeki gestalt yaklaşımına benzetirim. Parçalar, tek başına bir anlam ifade etmez. Etse de tam veya yeterli değildir. Bütün ise, parçalardan daha başka ve daha anlamlı, daha kapsamlı ve asıl aranandır. Ayrıca öğrencilerime kazandırmak isteyeceğim bir diğer davranış, çok yönlü ve kapsamlı düşünmek olacaktır. Bu kapsamda deney yapabilecekleri ortamlarda materyalleri kendi elleriyle tasarlayabilmelerini sağlayabilirim. Bireysel öğretim yöntemiyle bire-bir öğrenme kaynaklarından nasıl faydalanabileceklerini onlara öğretebilirim. Bire-bir öğrenme materyalini sınıf ortamında öğrencilerle birlikte de tasarlayabilirim. Motivasyonlarını her saniye diri tutmam gerektiğini de belirtmeliyim.








Bir bütün, parçalarından ibarettir. Zaman açısından baktığımızda ise, bir insan için en önemli gün bugündür. Bugün ise, dünün yansıması yarının habercisidir. Eğitim-öğretim ortamlarında da bu bütünlük eğitimin gerçekleşmesinin en önemli ön koşullarından biri olarak görülürse, aslında öğretimin farklı seviyelerde gerçekleştirilmesi düşüncesi, en mantıklı düşünce olarak ortaya çıkacaktır. Nihayetinde bir öğretmen için öğrencisi her seviyeden aldığı eğitimle bir bütünlük arz ediyorsa, eğitim de bu bütünlüğün parçalarının birleştirilmesi paralelinde gerçekleştirilmelidir. Parçalar tam manasıyla tanınmıyorsa, bütün de oluşturulamaz.  

31 Ekim 2012 Çarşamba

"Eğitim Nedir?" Sorusu ve Verilen En Doğru Cevaplar - Eğitimle İlintili Kavramların Kavram Haritası

EĞİTİM NEDİR?

Eğitimin kendimce önemli gördüğüm kavramlarını ortaya koymak, eğitimi eğitimci olmak isteyen, eğitim-öğretim ortamlarında eğitim gören ve toplum içerisinde sosyal ortamlarda insanların problemli durumları için sıkça vurgulanan "eğitim şart!" sözündeki eğitimin ne demek olduğunu toplumun her kesimi için anlaşılır kılabilmek adına; tanım, öğretim, amaç ve görev, iletişim, alan ve işlev başlıkları altında bir kavram haritası oluşturmaya çalıştım.





Geçmişten bugüne çok büyük önem arz eden ve gelecekte de önemi ve değeri yadsınamayacak kadar büyük olacak olan eğitim için, tarih boyunca pek çok önemli şahsiyet ve akım tarafından tanım yapılmıştır. Bu tanımlardan önemli bulduklarımı aşağıda sıraladım:

Sebahattin Ertürk'e göre eğitim (terbiye); bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişiklikler meydana getirme sürecidir.

Emile Durkheim'e göre eğitim; sosyal hayat bakımından yetişmiş nesillerin, henüz bu hayata ulaşamamış olan nesiller üzerindeki etkileridir.

J.J. Rousseau'ya göre eğitim; tabiata göre insan yetiştirmedir.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu'na göre eğitim; çocukların hayata hazırlanması sürecidir.

Yusuf Has Hacip'e göre eğitim; olumlu davranışları kazanma ve bu şekilde hayata hazırlanma sürecidir.

Sati Bey'e göre eğitim; bireyin özel kabiliyetlerini köreltmeksizin genel kabiliyetlerini arttırmayı ve maharet sahibi yapmayı amaçlayan bir faaliyettir.

Mümtaz Turhan'a göre eğitim; kültürü bir değer olarak genç nesillere kazandırmak ve mevcut kültürün geliştirilmesini sağlamaktır.

W. Ralph Tyler'e göre eğitim; kişinin davranış örüntülerini değiştirme sürecidir.

Cemal Yıldırım'a göre eğitim; insan davranışlarında bilgi, beceri, anlayış, ilgi, tavır, karakter vesair önemli sayılan kişilik nitelikleri yönünden belli değişmeler sağlamak amacıyla yürütülen düzenli bir etkileşimdir.

Durmuş Ali Özçelik'e göre eğitim; kişinin anlayışından hareketle, kişinin davranışlarında, kendi yaşantısı yoluyla istendik yönde ve bir dereceye kadar kalıcı değişmeler meydana getirme sürecidir.

Nurettin Fidan'a göre eğitim; insanları belli amaçlara göre yetiştirme sürecidir.

Cevat Alkam'a göre eğitim; bireyin belirli hedefler yönünde maksatlı olarak kendi yaşantıları yoluyla davranışlarını değiştirmesi, kişinin yeteneklerini çeşitli yönlerden birey ve toplum için uygun ve dengeli olarak geliştirmesidir.

İdealizm'e göre eğitim; insanın bilinçlice ve özgürce Allah'a ulaşmak için sürdürdüğü aralıksız çabalardır.

Realizm'e göre eğitim; yeni kuşaklara kültürel mirası aktararak, onları uyuma hazırlama sürecidir.

Pragmatizm'e göre eğitim; kişiyi yaşantılarını inşa yoluyla yeniden yetiştirme sürecidir.

Politeknikçilere (Marxizm'e) göre eğitim; insanı çok yönlü ele alma, doğayı denetleyerek onu değiştirecek ve üretimde bulunacak biçimde yetiştirme sürecidir.

Naturalizm'e göre eğitim; kişinin doğal olgunlaşmasını arttırma ve onun bu özelliğini göstermesini sağlama işidir.

Görüldüğü gibi eğitim tanımlanmak istendiğinde genelde aynı terimler üzerinde durulmakta ve ifadeler birbirine benzemektedir. Ben de yaşam boyu eğitim içerisinde bulunacak bir birey olarak eğitim için kullanılan bütün terimleri içine alacak bir tanım yapmak istedim. Aslında tanımımı biraz uzun bulmama rağmen, eğitimin kapsamlı bir konu olması hasebiyle bu şekilde uzun bir tanım yapmakta beis görmedim.

Benim eğitim tanımımsa şöyledir:
Bireylerin toplumun bir parçası olarak sosyal, öz güveni yüksek ve kendilerini gerçekleştirebildikleri bir yaşama sahip olabilmeleri için, formal ve informal ortamlarda etkileşime girerek istendik yönde ve bir dereceye kadar kalıcı davranış değişikliği geçirme süreçleriyle birlikte yaşamları boyunca edindikleri kazanımlara eğitim denir.




Muhammet DURDU

28 Ekim 2012 Pazar

Teknolojinin Eğitimi Fethi: Fatih Projesi! Fatih Projesi İçin Öğretmenler ve Öğrenciler Hazır Mı?

EĞİTİM-ÖĞRETİM ORTAMLARINDA TEKNOLOJİ ÇAĞI

Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (Fatih) kapsamında, bilgi ve iletişim teknolojilerinin (BİT) eğitimde kullanılmasının geliştirilmesi ve ülke çapında ilk, orta ve okul öncesi düzeylerindeki okullarda internet ve bilgisayar kullanımının yaygınlaştırılması amaçlanmış, eğitim-öğretim programlarının bilişim teknolojilerinin zengin kaynaklarıyla şekillendirilerek gerçekleştirilmesi düşünülmüştür. 2010 yılında gündeme gelen ve 3 yıl içerisinde tamamlanması planlanan Fatih projesi için "eğitimde bir reform niteliği taşımaktadır." denmesi, bu hareketin mahiyetini tam olarak yansıtmaktadır. Fatih projesi öncesinde eğitimde "her okula bir bilgisayar" anlayışının yerini, Fatih projesiyle "her öğrenciye bir tablet, her sınıfa bir bilgisayar" düşüncesinin almış olması, hem öğrenciler hem de öğretmenler için yeni ve bambaşka bir eğitim-öğretim hayatının başlıyor olması demektir. Devlet eliyle gerçekleştirilen eğitimde, çağın gereklerini tam manasıyla taşıyan teknolojik cihazların okullarda kullanılmaya başlanması ve öğrencilerin bu cihazlardan istifade etmesiyle eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması adına önemli bir adım atılması hiç kuşkusuz gerçekleşecektir. Her sınıfta akıllı tahta, projeksiyon cihazı, dizüstü bilgisayar, çok fonksiyonlu fotokopi makinesi gibi cihazların yer alacak olması, öğrencilerin birden çok bilgiye bir anda ulaşmasını, verimli öğrenmelerinin gerçekleştirilmesini, eğitim-öğretim programlarının eğlenceli hale gelmesini ve bilgilerinin kalıcı olmasını sağlayacaktır. Her öğrencinin bir tablet bilgisayara sahip olacağı ve bu bilgisayar üzerinden, o an takip ettiği derse yönelik sanal tasarımlardan  istifade ederek daha eğlenceli bir şekilde öğrenebileceği ve istediği bilgiye anında ulaşabileceği bir eğitim ortamının öğrencilere getirilerinin insan beyninin yaratıcı gücüyle sınırsız hale geleceği gibi, bu ortamı düzenleyecek olan ve öğrencilere sunumunu doğru bir şekilde  gerçekleştirilmesini sağlayacak öğretmenler içinse bilgi ve iletişim teknojileri hakkında yeterli kapasiteye gelmeleri ve her an kendilerini yenilemeleri noktasında hem öğrenen hem öğreten konumuna gelmeleri demektir. Her branştan  öğretmenin kendi branşıyla alakalı materyalleri bilgisayar ortamında hazırlayabilecek donamıma sahip olması gerekmektedir ki öğrenciler sınıflarındaki teknolojik cihazlardan ve ellerindeki tabletlerden yeterince istifade edebilsinler.

Fatih Projesi denince akla ilk gelen ve herkesin de en çok üzerinde durduğu şey hiç kuşkusuz akıl tahtadır. Pekiyi ya akıl tahta nedir, nasıl çalışır, özellikleri nelerdir? Nedir akıl tahtayı bu kadar özel kılan? Dilerseniz, tüm bu soruların cevabını aşadağıdaki videoyu izleyerek öğrenebilirsiniz.



                                       
Android İşletim Sistemli Cihazlar
 Geliştirilen yeni tasarım bilgisayarlar ve akıllı cihaz sistemleri sayesinde bilgisayarlar ile yapılacak tasarımlar, hayal gücünün özgürlüğüyle de birleşince hem sınırsız çeşit imkanın olması ayrıcalığını getirmiş hem de  tüm bu çeşitlerin her ortamda kullanılabilirlik özelliğinin bulunmasıyla birlikte her türden iş için kolaylık sağlamıştır. Hiç kuşkusuz ki bu yaratıcı tasarımlara özellikle eğitim-öğretim ortamlarında ihtiyaç vardır. Eğitimin yeni çağı özelliğini taşıyan Fatih projesi içinse, bilgisayar ortamları için hazırlanmış materyal tasarımı ihtiyacı doğmuştur. Ancak dağıtılan tablet bilgisayarlara bakıldığında, öğrenciler için sadece iki oyun üzerinde çalışılmış olduğu görülmektedir. Bu oyunlar da; kelime haznesinin geliştirilmesinin amaçlandığı kelime oyunu ve trafik kurallarının öğretilmesinin amaçlandığı trafik oyunudur. Halbuki okul öncesiyle eğitim hayatına başlayan ve orta öğretim düzeyiyle de 12 yıllık eğitim-öğretim hayatını tamamlayan ve bu süre içerisinde pek çok konuya vakıf olmuş olması gereken öğrenciler için her düzeyde ve her öğrenciye hitap edecek eğitici öğretici oyunların tablet bilgisayarlarda yer alması gerekmektedir. Bu itibarla her düzeyden öğrenci üzerinde yapılan araştırmalar ve yapılan testler sonucunda öğrencilerin severek oynadıkları oyunlar belirlenmeli, bu oyunlar dersler paralelinde düzenlenerek eğitim ortamlarına sağlıklı bir şekilde aktarılmalıdır. Öğrencilere tablet bilgisayarlarında oyun tasarımları sunarken asıl amaç, onlara hitap eden ve oynarken güzel vakit geçirebilecekleri oyunlar tasarlamak olmalıdır. Örneğin, öğrenciler için tasarlanacak bir tablet oyunu, android işletim sistemli akıllı cihazlardaki oyun örnekleri ele alınarak tasarlanabilir. Bu sayede  öğrencilerin 5 duyu organına hitap edebilecek oyunlar ortaya çıkacak ve öğrenciler de bu oyunları severek ve isteyerek oynayarak öğrenmeleri gereken bilgileri daha iyi  öğrenebileceklerdir.




Eğitim-öğretim ortamlarındaki materyal tasarım işi, her branştan öğretmenin yerine getirmesi gereken bir görevdir. Fakat mesele bilgisayar teknolojisini kullanarak tasarım gerçekleştirmek olduğunda, alışıla gelmiş tasarımları görmekteyiz. Cüre ve Özdener'in yaptığı bir araştırmayla bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanımı konusunda öğretmenlerde ciddi eksiklikler olduğu anlaşılmıştır. Çalışmalarında gerçekleştirdikleri uygulama sınav sonuçlarına göre; başarı ortalamasının en yüksek olduğu kelime işlemciler uygulamasında bile öğretmenlerin %80'inin satır aralığını değiştirebilme, %55'inin sayfa kenar boşluklarını ayarlayabilme ve sayfa numarası ekleme davranışlarını gerçekleştiremediklerini gözlemişlerdir. Bilgisayar teknolojilerinin kullanabilme uygulamasında ise, öğretmenlerin %95'inin tarayıcı, %55'inin digital fotoğraf makinesi, %80'inin projeksiyon cihazı gibi çevre birimlerini kullanamadığını tespit etmişlerdir. Bu tabloya bakıldığında eğitimde reform niteliği taşıyan ve teknolojiyi temel alan bir anlayışla eğitim-öğretimin gerçekleştirileceği Fatih Projesi'nde sınıflarda eğitim-öğretimi gerçekleştirecek olan öğretmenlerin yetersiz olduğu görülmektedir. Fakat bilgi ve iletişim teknolojilerinin ışığında gerçekleştirilecek bir eğitimde en önemli rol öğretmenlere düşmektedir. Her branştan öğretmenlerin o branş konularına yönelik kavramlar ve kazandırılması gereken davranışlar için tasarlanması gereken materyallerin bilgisayar ortamında tasarlayabilecek kapasitede olmaları gerekir. Şayet branş öğretmenleri bilgi ve iletişim teknolojileri konusunda yeterli olursa, kendi alanlarıyla ilgili konuların kavratılmasına yönelik en iyi materyalleri kendileri rahatlıkla tasarlayabilirler. Ancak bu durumun tersi düşünüldüğünde, her dersin materyal tasarımını tasarım uzmanlarının yapması durumu ortaya çıkacaktır ki bu da hem tasarım ürünlerinin hazırlanması sürecini uzatacak hem de  kazandırılması gereken davranışların gerekli düzeylerde kazandırılamamasına sebep olacaktır. İşte tam da bu yüzden hizmetiçi eğitim kapsamında üniversitelerin bilgisayar ve öğretim teknolojileri eğitimi bölümünden mezun olmuş öğretmenler kanalıyla  her branştan öğretmenin bilişim teknolojilerinin verimli bir şekilde kullanılması, bilgisayar ortamında tasarım yapabilme davranışlarının kazandırılması ve teknolojinin temel alındığı eğitim-öğretimin en iyi şekilde gerçekleştirilebilmesini sağlayacak davranışların kazandırılması için eğitilmesi gerekmektedir. Bu sayede okullardaki bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanım verimliliği artacak, öğrenciler karşısında model olan öğretmenler, öğrencilere teknolojinin kullanılması noktasında çok iyi birer örnek olacaktır. Bu amaçla Fatih Projesi kapsamında Milli Eğitim Bakanlığı'na özel bir sosyal medya kurularak tıpkı facebook ve twitter üzerinden paylaşım yapıldığı gibi MEB'in bu özel paylaşım platformu aracılığıyla da öğretmenlerin kendi aralarında sürekli olarak iletişim içerisinde olmalarının sağlanması düşünülmüştür.  Böylelikle bir öğretmenimizin bireysel keşifi bütün öğretmenlerimizce kullanılabilen bir tasarım haline gelebilir, sistemler üzerindeki aksaklıkların, küçük çaplı problemlerin giderilmesi sağlanabilir. Netice itibariyle en çok öğretmenlerin yeterlilik seviyeleri ve bu seviyelerin yükseltilmesi için çalışmalarda bulunulması gerekmektedir.




Muhammet DURDU