31 Aralık 2012 Pazartesi

Eğitim-Öğretim Sokaklarında Mum ile Yol Aramak



ÇIKMAZ BİR SOKAK




Yaşam boyu eğitimin bir parçası olan insan, öğretmenlik görevini üstlendiğinde öğretme zorluğu kat kat artar ve bazen bu zorluk içinden çıkılmaz bir hal alır. Mevcut sistemimizi düşündüğümüzde bir branş öğretmeninin kendi branşıyla ilintili olsun veya olmasın pek çok derse gün içinde ve hafta içinde girdiğini görürüz. Çoğu zaman bu durumu hakkıyla yerine getirebilseler de, bu durum bazı zamanlar da öğretmenlerin şaşırıp kalmasına ve ne yapacaklarını bilememelerine sebep olabilir. Okul öncesinde, ilköğretimde ve orta öğretimde öğretmenler için çok büyük bir yük olan öğretimi tasarlamak ve materyal geliştirmek işi, akademik eğitim verilen üniversitelerde dahi öğretmenlik görevini üstlenenler için maalesef karmaşıklık arz eden ve içinden çıkılmaz hale gelebilen bir yük halindedir.




Hangi branştan olursa olsun, bir öğretimin amaçlarını analiz etmek, bu amaçlara göre ön koşul davranışları ortaya koymak, elde edilen verilere göre öğretimi tasarımlamak ve nihayetinde bu tasarımı geliştirmek, bir öğretmenin yükleneceği en zor görevlerden biri olsa gerektir. Çünkü böyle bir görevde amaç, istendik yönde olumlu davranış değişiklikleri gerçekleştirmektir ve bu da hitap edilen farklı farklı kitleler olduğu düşünüldüğünde sarpa saran bir süreç haline gelebilir. Elbette dikkat edilmesi gereken en önemli aşama da, değerlendirme aşamasıdır. Bir öğretmen -benim tabirimle çok yönlü küçük çaplı bilim adamı- öğretimi gerçekleştireceği her aşamada değerlendirme stratejileri belirlemeli ve bu stratejilere göre, gerçekleştirmeye çabaladığı öğretimi değerlendirmeye tabii tutmalıdır. Öğrenciler farklı, sınıflar farklı, psikolojiler farklı, tepkiler farklı ve üstüne üstlük bu görevi yerine getiren sen, başlı başına farklı bir insansın öğretmeye çalıştıkların karşısında... Muhakkak ki bu zorluk üstesinden gelinecek bir zorluktur ama bu zorluğu kolay kılan da, o tasarımın nasıl gerçekleştirildiği ile doğrudan ilintilidir. Yani işini kağıt üzerine ne kadar iyi dökersen ve planını ve programını ne kadar iyi yaparsan, tasarlamış olduğun o öğretim planı da senin bu öğretim işini o ölçüde kolaylaştırır. İşte öğretmenler, akademisyenler, profesörler de dahil olmak üzere, çoğu zaman bu en önemli adıma önem vermeden geçerler. Üniversite sıralarında çokça karşılaşmışsınızdır, bir profesör tahtanın karşısına geçer ve o an hissedersiniz: Ne anlatacağını veye nereden anlatmaya başlayacağını bilmiyordur. Kendisinin sebep olduğu bu problemli durum, o üst düzey insanı o kadar küçük hale getirir ki, yüzüne acınası bakışlarla bakarsınız o öğrenci ünvanıyla oturduğunuz sıralardan o kürsüdeki üst düzey insana (!) Bazen gerçekten üzülürsünüz. "Bir an evvel ders bitsin de şu adamcağız/kadıncağız da kurtulsun şu ızdıraptan..." diye dua ederek, dersin bitişine haslet duyarsınız. Daha da vahim olanı, bu üst düzey insanların başka akademisyenler tarafından ve/veya kendilerinin hazırladıkları slaytları projeksiyon cihazıyla yansıttıkları duvarlardan okuyarak ders anlatmalarıdır ki bu duruma da içiniz parçalanır. Ancak yapacak bir şey yoktur maalesef.



Hakkaniyetle hazırlanmış bir öğretim tasarımıyla başlanan bir ders, dönemin sonunu başarıyla getirecektir. Ancak bir öğretimi tasarlarken, özellikle üniversitelerde, ortak alan dersleri varsa ve o derslerle ilintili konulara sizin tasarımını gerçekleştireceğiniz derste de yer veriliyorsa, mutlaka diğer derslerin tasarımlarıyla ve/veya akademisyenleriyle karşılıklı iletişim halinde olmanız gerekir. Çünkü bir konuyu iki defa anlatmak, bir kere anlatırken sıkılan öğrencinin ikinci defa dersten, hatta okuldan soğumasına sebep olabilir. Sanırım böyle anlatınca, kafanızda bir şey şekillenmiyor, değil mi?... Haydi somut bir örnek verelim. Söz gelimi, tasarımı gerçekleştirmeye çalıştığımız ders, bilgisayar ve öğretim teknolojileri bölümünde alan dersi olarak verilen öğretim teknolojileri ve materyal geliştirme dersi olsun... Bir dönemlik bir öğretim tasarımını planlana ve geliştirme görevimiz var. Aslında anlatacağımız dersteki temel görevleri biz de bu ders için yerine getireceğiz, değil mi? Bir öğretim tasarımı yapıyoruz. Doğal olarak, yapacağımız bu tasarım o kadar iyi olmalı ki, dersin gerektiği noktalarında biz kendi öğretim tasarımımızla anlatacağımız ders arasında bir bağlantı kurup öğrencilerimizin bu dersle daha iyi yaşantılar kurmasını sağlayabilelim. İşimiz zor... Hemen başlayalım! İlk önce, öğrencilerimizi tanımamız gerekiyor, değil mi? Hedef kitle bilinmeden öğretim tasarlanamaz, diyorum ben. Pekiyi ama öğrencilerimizi hiç görmedik onları nasıl tanıyabiliriz? Kimin nereli olduğu, nelerden hoşlandığı ve sosyal uğraşılarının neler olduğu pek de bizi ilgilendirmiyor. Biz öğretimi gerçekleştireceğimiz öğrencilerimizin tasarımını yapacağımız dersle ve yine hedef kitlemizin bizimle aynı süreçte alacağı diğer derslerle olan ilişkisini tanımalıyız ve bilmeliyiz. Elbette ki kendi branş dersimizin diğer derslerle olan ortak konularını ortaya koyabilmek için bu aşamayı gerçekleştiriyoruz. Yapacağımız analizler sonucunda, öğrencilerimizin ön koşul davranışlarını ve olasılı giriş davranışlarını ortaya koymuş olacağız. Bu da tasarımını gerçekleştireceğimiz ders olan, öğretim teknolojileri ve materyal geliştirme dersinin çok daha verimli bir ilk adım planlamasına sahip olacağı manasına geliyor. Çünkü bilgisayar ve öğretim teknolojileri bölümünde öğrencilere verilen derslere bakıldığında, hep birbiriyle ilişkili olan dersler olduğu görülür. Bu durum da bu bölümde teknoloji üzerine bir dersin tasarımı yapılırken, diğer branş derslerinin akademisyenleriyle tasarım, geliştirme ve değerlendirme aşamalarında sürekli olarak iletişim halinde olunmasını gerektirir. Şayet böyle bir iletişim kurulmamışsa, upuzun bir dönem bir hiç haline gelir ve öğrenciler bir dönem boyunca aynı şeyleri duyarak hem sıkılırlar hem de hiçbir kazanım elde edemezler. Bir branş dersinin tasarımını gerçekleştiriyoruz, ancak anlatacağımız koskoca bir bölümün adı üzerine oluşturulmuş bir ders: Öğretim Teknolojileri ve Materyal Geliştirme. Hangi bölüm için anlatıyoruz: Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği Bölümü. Dolayısıyla aslında bu bölümdeki en önemli dersin tasarımını gerçekleştiriyoruz. Öğrencilerimizin ufuklarını daima açık tutmalıyız. Yapılandırmacı yaklaşımı izleyip ödevlerle ve projelerle öğrencilerimizin birlikte çalışmalarını sağlayarak daha iyi ve daha yaratıcı tasarımlara yöneltmeye çabalasak da, elimize tebeşiri alıp tahtanın; kablosuz mouse'u alıp projeksiyon cihazının karşısına geçmeliyiz. Hem bir rehber olabilmeli ve öğrencilerimizin karanlıklarını aydınlatmalıyız; hem de onlar hayal dünyalarını inşa ederken biz aktif bir rol oynamalıyız. Öğrenci merkezli eğitim anlayışı, bizim için sadece rehberlik rolünü üstleneceğimiz işlevsellikte olabilir. Asla sürekli ve tek başına bu eğitim yaklaşımını benimseyerek bir dönemi geçiremeyiz. Sanırım buraya kadar anlatılanlara katılıyorsunuz. Çok mantıklı, değil mi?... Hatta hiçbir fikriniz olmasa dahi, mantıklı geliyor. Evet, devam edelim... Henüz analiz aşamasındayız. Halen bir tasarım içine giremedik. Çünkü bir bölümdeki en önemli dersin öğretimini tasarlıyoruz. Analiz aşamasında, diğer akademisyenlerle iletişim kurduk. Onların derslerinde hangi konulara yer vereceklerini, hangi ödevleri öğrencilerimize proje olarak vereceklerini, öğretim biçimlerinin ne olacağını ve takip edecekleri adımların neler olduğunu çok iyi biliyoruz. Öğrencilerimizin geçmiş dönemlerde aldıkları dersleri ve içeriklerini de öğrendik. Onların yeterliliklerini ve sınırlılıklarını ortaya koyduğumuz anda, giriş davranışlarını da hesap etmiş olduk. Artık tasarım işimize başlayabiliriz. Diğer alan derslerinin konularına göre, bir planlama yapmalıyız öncelikle. Vereceğimiz her ödev, diğer derslerde verilen ödevlerin ya ön hazırlığı olacak şekilde planlanmalı, ya o derslerdeki konuları tamamlayıcı nitelikte olmalı; ya da asıl olması gerektiği gibi yeni ve farklı kazanımlar kazandırmalı öğrencilerimize... Çünkü grupla çalışmanın adeta olmazsa olmaz olduğu bir bölümde, bilgisayar ve öğretim teknolojileri öğretmenliği bölümünde bir dersin öğretimini tasarlıyoruz. Bu bölümdeki akademisyenler olarak, grupla çalışmanın en önemli örneği bizler olmalıyız. Öğrencilere akademisyenler olarak bizlerin aramızdaki iletişimimizi örnek göstermeli, kaynak ve alıcı arasında sürekli olarak yazılı, sözlü ve görsel şekilde gerçekleşen iletişimin nasıl olması gerektiğini bu örnek üzerinde öğretmeye çalışmalıyız. Çünkü bizler, teknoloji uzmanları, eğitim teknologları, öğretim tasarımcıları, bilgisayar ve öğretim teknolojileri öğretmenleri, "bilgi ve iletişim teknolojileri"ni her alanda her şekilde kullanabilmeliyiz. Tabii bunu kullanmanın ön koşulu da aradaki o iletişimi her daim işlevsel hale getirmekten geçer. İşte bir öğretim teknolojileri ve materyal geliştirme dersinin tasarım aşamasını da bu pencereden bakarak gerçekleştirmeliyiz.





Muhammet DURDU

24 Aralık 2012 Pazartesi

Çocukların Hayal Dünyalarını İnşa Eden Oyuncaklar


OYUNCAKLARIN EVRİMİ


Bugünkü yaşamımız, geçmişte yaşadığımız pek çok anın derlemesidir aslında. Bebeklik dönemi, çocukluk ve gençlik dönemleri... Sırayla yaşadığımız bu dönemler ve bu dönemlerde edindiğimiz yaşantılar, bugünün bireyleri olan bizleri oluşturur. O dönemlerin zaman aralıklarında saklıdır, bizim bugünkü özelliklerimizi ele veren detaylar... Korkularımız, fobilerimiz, kızdığımız ve mutlu olduğumuz davranışlarımız çok eskilerden bugünlere miras kalan özelliklerimizdir. Özellikle çocukluk dönemi, çok da eğlenceli olsa da aslında, bugünün bireyleri olan bizlerin yaşamlarındaki yeri ve önemi çok büyüktür. Her dönemin çocukları için o dönemin sonunda gelen çağlar hep diğer çağlardakilerle arasında farklılık arz eder. Bu durum değişimin vazgeçilmez bir unsur olarak insan yaşamında bulunmasına bağlı olarak gerçekleşiyor olsa da, bu farklılığın en önemli sebeplerinden biri ve belki de asıl sebebi, yaşantı oluşturan unsurlardır. 50'lerin 60'ların çocukları iseniz, dedelerinizin anlattığı masallarla büyümüşsünüz demektir. Kırsal bir yaşam sürmüş ve köy sokaklarında aşık atıp tahta arabalarla oynayıp, akşamları da kalabalık aile sofralarında büyüklerden edindiğiniz ve yaşamınız boyunca size ilke olacak bilgilerle büyümüşsünüzdür. Bu dönem ve öncesinde çocukluk dönemi geçirenlerdeki o dinginliği hepimiz gözlemlemişizdir. Evlerde ne bir televizyon ne de elektronik diğer herhangi bir cihazın bulunmadığı dönemler... Biraz daha ileriye gelelim, daha yakın geçmişe... Örneğin 80'lerin çocukları... Artık evlerde televizyon izleyen çocukların dönemi diyebiliriz. Şu bu günlerde çokça bahsedilen multi medya, yani çoklu ortamlarla haşır neşir olmuş çocukların dönemidir. Artık daha farklı daha renkli oyuncaklara sahip olan çocukların dönemleri... Devamında el tetrisleri, atari oyunları vs. bu dönemdeki çocukların vazgeçilmez oyuncakları olmuştur.



Hep bir değişim içinde yaşanan bunca zamandan sonra artık bugün, o bildiğimiz oyuncak anlayışı da tamamen değişmiş vaziyette...  Günümüz çocukları için klasik oyuncak anlayışı yerini tamamen farklı ve daha kuvvetli etkileşim kurulabilen oyuncaklara bırakmış gibi gözüküyor. Artık çocukların ellerindeki hayali oyuncak arabaları yok. Zira onlar, o oyuncak arabaların içine biniyor ve gerçek araba modüllerinden oluşmuş sistemlerle geliştirilmiş o oyuncak arabalarıyla hiç yorulmadan gezip tozabiliyorlar mahalle aralarında. Hatta küçük oyuncak arabaları da değişmiş gibi gözüküyor, günümüz çocuklarının... Benzinle çalışan ve pistonlu motorları bulunan formula 1 yarış arabalarından esinlenerek tasarlanan oyuncak arabalarını saatte 20 km hızla ve üzerlerindeki kameralarla radyo alıcıları aracılığıyla takip edebildiklerini düşünürsek, değişimi gözle görülür bir şekilde hissediyor olmamız da yadsınamaz.  Elbette sadece bununla da kalınmıyor, değil mi?... Artık çocukların ellerinden hiç düşürmedikleri dizüstü bilgisayarları var. Hatta bununla da kalmayıp bir de tablet bilgisayarları var. Ne yapıyorlar bu bilgisayarlarla oyun amaçlı kullandıkları zamanlarda?... Hemen çok tuhaf bir oyuncak olan Sifteo Küplerden bahsedelim. Sifteo küpler, David Merrill ve arkadaşı Jeevan Kalanithi'nin kullanıcı etkilişimli hem fiziksel hem de dijital bir materyal tasarlama fikri sonucunda oluşan Siftables'ların geliştirilmiş hali... Üzerlerinde renkli LCD ekranları, anakartları, radyo alıcıları, kablosuz bağlantıları ve hareket algılayıcı sistemleri bulunan bu oyuncaklar, kendi aralarında iletişim kurabildikleri gibi bir bilgisayarla da sürekli olarak etkileşimli hale bulunabiliyorlar. "Sırala, gruplandır, oynat, durdur, istifle, titret..." gibi eylemleri kullanıcılara Sifteo Küplerle eğlenceli bir şekilde oyun oynayarak yapabilirsiniz diyen Sifteo Inc şirketi, bu küpler için farklı ve eğlenceli oyunları da tasarlayıp tıpkı Google Play Store gibi web üzerinden satışa sunarak oyun seçeneklerini de arttırmış bulunuyor. Şimdi ise işte, günümüz çocukları için çantalarında bilgisayarıyla gerçek zaman bağlantı kurabilecekleri mini bilgisayar küpleri şeklinde oyuncaklarının olduğu bir dönem yaşanıyor. Pekiyi, bu değişik ve etkileşimi kuvvetli oyuncaklara ek olarak bizler nasıl oyuncaklar tasarlayabiliriz, diye bir düşünelim... Aklınıza neler geliyor?...



Sifteo Inc Sifteo Küpler


Evet, günümüzde geliştirilen bu kadar akıllı oyuncaktan sonra yeni ve farklı oyuncak tasarım işine kollarımızı sıvamak, hakikaten de hayal dünyamızı zorlayacak gibi gözüküyor. Tabii gelecekte bugünkü oyuncakların tamamının hurdaya dönüşeceğini ve gelecek dönemlerdeki çocuklar için saçma aletler olarak nitelendirileceğini düşününce, yeni ve farklı etkileşimler sunan oyuncaklar geliştirmek fikri konusunda daha yaratıcı fikirlere doğru yelken açabiliyoruz. Şimdi düşünelim... Çocuklar için oyuncaklarına dokunmak büyük bir önem arz ediyor. Örneğin, oyun konsoluyla dahi oyun oynasalar, joystick ile el ile bir fiziksel temas kuruyorlar. Tabii bu da zahiri veya gerçek olsun, oyuncaklara dokunulma özelliğinin her zaman bulunması gerektiğini apaçık ortaya koymuş oluyor. Çocuklar için bir diğer nokta da, elbette bir karakter ile yakınlık kurmaktır, değil mi?... Şu sıralar, "Pepe'nin kırmızıları tükeniyor!" şarkısının bu nakarat kısmını duymanımız yoktur sanırım. Çünkü Pepe bir karakter ve çocuklar da bu karakteri çok sevdiler ve o karakterle yaşantılar oluşturdular. Ben Ten, Calliou, Pikachu örnekleri de aslında bu amaca hizmet eden diğer çizgi karakterler... Bu karakterler üzerinden üretilen oyuncaklara bakıldığında da çocukların çokça sahip olmak istedikleri oyuncaklar kategorisine girildi görülecektir. Yani çocukların hayal dünyalarının kahramanlara ihtiyacı var, değil mi?... Ya da çizgi filmlerde gördükleri karakterleri oyuncak olarak istiyorlar. Tasarımımızda bize rehber olacak diğer fikirlerden biri de hiç kuşkusuz ki bu karakter fikridir. Bir kahramana ihtiyacımız var. Ancak bir kahraman çizsek bile günümüzde görsel ve işitsel iletişimin tavan yaptığı bir dönemde yaşayan çocuklar için etkileşime giremeyecekleri kahramanlar pek de eğlenceli gelmeyecektir. Yani kahramanımız çocuklarla etkileşime girebilmeli... Etkileşime girecek ama basit bir şarkı mı söyleyecek ya da orasını burasını mı kıvıracak bu kahramanımız?... Elbette hayır. Çocukların yaşamlarına doğrudan hitap edebilecek ve onların bu değişen dünyadaki yaşantılarına hitap edebilecek... Esnek olacak örneğin. Yani o kadar çok fonksiyonu olacak ki, bunları çocuklar ezberleyemeyecek ve her seferinde oyuncaklarının farklı bir etkileşim özelliklerinin bulunduğunu anlayarak, daha eğlenceli zamanlar geçirebilecek... Her kahramanın bir çift gözü vardır, öyle değil mi?... İşte bizim oyuncak kahramanımızın da gözleri kesinlikle birer bilgisayar olmalı ve üzerinde uygulanan ivmesel değişiklikleri ve yer çekimindeki değişmeleri algılayarak, bulunduğu zemin üzerindeki koordinatlara göre çocukların mevcut durumlarına dönütler verebilmeli... Günlük yaşamlarında bu kadar çok fonksiyonu olan bu oyuncaklarıyla oynamadan önce mutlaka bu oyuncağı sanal ortamda tanımaları gerekiyor çocukların. Yani 3D özellikli bir oyun da tasarlamamız gerekiyor oyuncakla birlikte. Öyle bir ortam olmalı ki bu, çocuklar bu ortamda yapabildikleri pek çok şeyi oyuncaklarıyla birlikte kendi yaşamlarında da yapabilmeliler. Elbette bunları yaparken de, pek çok olumlu davranış kazanmalılar ve tasarlayacağımız 3D ortam ve oyuncak da bu kazanımlara hizmet edecek şekilde geliştirilmeli... İşimiz zor doğrusu... Fakat, en azından hayal edebiliyoruz. Şimdi düşünelim, böyle bir tasarım hayata geçse ve bu kadar fonksiyonu bulunan bir oyuncak tasarlanarak çocukların hem eğitimleri hem de hayal dünyaları için onlara verilse, nasıl bir sonuç çıkardı ortaya?... Çocuklar, çabuk sıkılırlar. Elbette her oyuncaktan sıkılacaklar Bunu da unutmadan, bu düşünsel olarak planladığımız bu oyuncağı geliştirmek için kaç milyon Euro'ya ihtiyacımız olduğunu hesaplamaya başlayalım. Sanırım işin içinden çıkamayacağız. İyisi mi, biz hayallerimizle baş başa kalalım. Belki bir gün hayat bulmuş hallerini görürüz. Ya da hayata kendimiz geçirebiliriz hayallerimizi, kim bilir...



17 Aralık 2012 Pazartesi

Bir Düşünceyle Yığılır Bin Engel, Bir Adımla Aşılır Bin Engel...



ENGELLERE ENGEL KOYAN KELEBEK ETKİSİ DÜŞÜNCELER



Uçurumlar, sonunda ulaşılmazlığı barındırırlar. Sonsuzluk, devamı olmayan bir yoldur. Ve hayat... Anne karnından ta ölüme değin uzanan... Sonunda kabirde bir yaşam; yalnız, sessiz ve soğuk... Huzur-u Mahşer'e erişmek için beklenen belki binlerce yıl, dünya aklıyla bir imkansızlığın resmidir. Ve insan, tüm bu yollarda tek başına yürüyen... Her adımında hayatında, ulaşılmazlığı göze batan... Gerçekleşmeyecek düşüncesi, akıllarda binlerce engel... Bugün imkansız olan yarın yaşanacak olandır belki, kim bilir?... Aslında her bir adımı hayatın; bu dünyası, berzahı ve sonsuzluğuyla, öncesinde milyonlarca kez yaşanmıştır. Engeller, onlara bakan gözlerle şekillenmiş, onlara bakan gözler yüzünden engel olmuştur. Hayat içerisinde yaşarken, zihnine milyonlarca engeli yazan, yine insandır yine insan...
                                 


Bir gün içinde gerçekleştirdiğimiz ve bize çok kolay gözüken binlerce eylem vardır ki, birileri için ölene dek gerçekleştirilmesi imkansız eylemlerdir. Örneğin, telefon çalar, cevap veririz ve hiç zorlanmayız konuşurken. Zaman zaman telefon sohbetlerimiz saatler boyu sürer devam eder. Yataktan çıktığımız ilk dakikaları düşünelim... Dişlerimizi fırçalamak, elimizi yüzümüzü yıkamak, bizim için hiçbir zorluğu olmayan eylemlerdir. Çoğu zaman bu eylemlerin imkansız olabileceğini düşünmeyiz bile, değil mi?... Ya da haydi alın ceketinizi ve dışarı çıkalım... Sokaklarda biraz yürüyelim... Sanırım aklınıza ilk gelen kaldırımlar olmuştur. Kaldırımları, yerden yükseklikleri en fazla 20-30 santimetre olan kaldırımları aşarken, hiç zorlanmıyorsunuz, değil mi?... O attığınız diğer basit adımlardan birini biraz aşağıya doğru atıyorsunuz ve kaldırımdan iniyorsunuz. Şimdi bir adım bir adım daha... Hiç zorlanmıyorsunuz. Ne kadar da kolay!... Bilmem dikkat ettiniz mi; o kaldırımların orta noktalarında aşağı doğru meyillendirilmiş rampalar var. Yoksa siz kaldırımlardan inip-çıkma eylemlerinizi biraz daha kolaylaştırmak için o rampaları mı kullanıyorsunuz?... Cevabınızın "Evet..." olduğunu duyar gibiyim. Evet, kaldırımlardan inmek ve onlara çıkmak, sizin için çok kolay olsa da siz bu eylemleri biraz daha kolaylaştırmak için o rampaları kullandınız. Şimdi size en az bu gerçekleştirdiğiniz eylemler kadar kolay bir soru soralım: Kaldırımlardaki bu rampalar acaba hangi insanlar için düzenlenmiş olabilir? Sanırım cevabı biliyorsunuz: Engelli insanlar için. Yani bacaklarını kullanamayan ve yürüme engeli bulunduğu için tekerlekli sandalye ile ulaşımını gerçekleştirmek 'zorunda' olan insanlar için... Çok dramatik bir cevap oldu, değil mi?... Sanırım biraz hüzünlendiniz. Belki de hiç hüzünlenmeyip, "sanki sadece engelli insanlar için mi düzenlenmiş, sağlıklı insanlar yürüse olmuyor mu yani?" diye düşünüyorsunuzdur. Ne kadar kolaycı olduğunuzu elbette bilemeyiz. Ha unutmadan, her şeyi çok net görebiliyorsunuz, çok net duyabiliyorsunuz ve çok net hissedebiliyorsunuz, değil mi?... Tevekkeli değil, bunlarla övünmeyi marifet sanıyor ve bunları yaratan Allah'ın sizden bu yetileri geri alabileceğini unutuyorsunuz.



Unutanları bir tarafa bırakalım, hafızası çok güçlü olanlar da var. Gerçekleştirilen eylemlerin bir imkansızlığın hayat bulmuş hali olduğunu düşünenler de var. Birilerinin imkansızlıklarına bir imkan arayanlar... İşte onların bu eylemleri pek de kolay değil, değil mi?... "Evet..." diyorsunuz yine, yine hak veriyorsunuz. Çünkü bu hayat, kolaylıklarını daha da kolaylaştıranlar için ne kadar kolaysa, zorluklara imkan arayanlar için de bir o kadar zordur. Ancak asıl olan ise, yılmadan bu zorluklarla mücadele etmektir. Bunu o kolaylıkla gerçekleştirilen eylemleri gerçekleştiremeyenler çok iyi bilir. Bir yerlerde bazı insanlar vardır. Bu insanlarsa işte, yaşamlarını bu denli zorluklarla yaşamak durumunda kalmış insanlar için harcarlar. Bir imkansızlığa imkan ararlar. "Benim düşüncelerim neye yarar, ben mühendis miyim ki?..." mi diyorsunuz? Ah şu kolaycılığınız olmaz olsun!... Yine kolay olanı seçtiniz. Şimdi sizin yerinize ben düşüneyim. "Yaşamı imkansızlıklarla dolu olan bu insanlar için yaşamları daha kolay bir hale nasıl getirilebilir?..." diye. Karşıdan karşıya geçerken hep kullandığımız şu yaya geçitleri geldi aklıma. Hani şu karşıya rahatça geçebildiğimiz yaya geçitleri... Göremeyen, duyamayan ve/veya zihinsel herhangi bir engeli bulunan insanlar için bu yolları kullanmak da çok zordur, değil mi?... Ben, sırf engelli insanlar için karşıdan karşıya geçişlerin çok güvenli bir hale getirilebileceğini düşünüyorum. Engeli her ne olursa olsun, sadece engelli insanlar için sensörlerle donatılmış yaya geçitleri ve onların hareketlerini algılayabilen çeşitli teknolojik donanımlarla donatılmış engelli yaya geçitlerinin düzenlenebileceğini düşünüyorum. Bu yollardaki ekranlar aracılığıyla onların yol üzerinde algılayamadıkları şeylerin göz önüne serilebileceğini düşünüyorum. Duyup da göremeyenler için... Yahut, göremeyen insanlar için, yaya geçitleri üzerindeki şeritlerin sensörler yardımıyla engelli insanların hareketlerini algılayıp ses ile ona bildirebileceği bir yaya geçitinin olabileceğini düşünüyorum. Olabilir, değil mi?... "Neden olmasın ki..." diyorsunuz. Yahut hem göremeyen hem de duyamayan engelli insanlar için, yine sensörler yardımıyla hareketlerinin algılanıp titreşimler aracılığıyla onların bu yollardan çok rahat ve çok güvenli bir şekilde geçebileceklerini düşünüyorum. Yaşamı o engeller yüzünden olanaksızlıklarla dolmuş bu insanlar için, yaşamlarını biraz daha kolaylaştırmak adına yüzlerce binlerce teknolojik ürünün tasarlanabileceğini düşünüyorum. Hatta bundan o kadar eminim ki... İsterseniz, arama motorunuzu açın ve yaşamı kolaylaştırmak için neler icat edilmiş, yaşamları imkansızlıklarla dolu olan bu insanlar için ne kadar faydalı ürünler tasarlanmış bir bakın... Göreceksiniz, birilerinin düşünülenleri gerçekleştirilebildiğini...


Günler gelip geçerken, yaşamımız devam ediyorken ve biz sağlıklıyken, elimizde olanların, yani o çok kıymetli olan sağlığımızın ve zamanımızın kıymetini bilmeliyiz. Ayrıca her ne olursa olsun, şu an sahip olduklarımızın bir gün tek bir anda elimizden kayıp gideceğini de hiç unutmamalıyız. Bugünün sağlıklı bireyleriyiz belki, ama bir yerlerde birileri bazı engeller taşıyor bedenlerinde... Onların yaşamları hiç de kolay değil... Fakat bunca imkansızlıklarına rağmen kuvvetli inançlarıyla bedenlerindeki bu aşılmaz zorluklarının üstesinden gelebiliyorlarsa bu insanlar, bizler de eli-kolu-ayağı, gözü-kulağı sağlam bireyler olarak, bu zorlukların aşılması, bu yıkımların inşa edilmesi için ürettiğimiz düşüncelerle ve girişimlerimizle onların bu engellerini ortadan kaldıramasak da yaşamlarını onlara daha yaşanılır kılabilmek için çalışmalıyız. Bizler için düşünce üretmek, kolay ve küçük bir adım olsa da, atılan bu küçücük adımlar bir kelebek etkisi yaratarak engelli insanlar için büyük adımlara dönüşebilir. 




Muhammet DURDU

2 Aralık 2012 Pazar

Çocuklarınızın Ellerinden Düşürmediği Oyuncaklar, İlerleyen Dönemlerde Yaşamlarının Odak Noktası Olabilir Mi?

Bu sorunun cevabını çocukluğumda çok sevdiğim bir oyuncağın, ilerleyen yaşamımı nasıl şekillendirdiğini anlatan bir dijital öyküleme ile vermek istiyorum. 




BİLGİSAYARLI HAYAT SERÜVENİ




Her insan için ağlarını ören hayat, benim için de kollarını sıvamıştı. Çocukluk yılları sonrasında okula gitmek, bütün ağırlığıyla omuzlarıma çökmüştü. Artık oynamaktan büyük bir haz duyduğum klavyeli atarim evin ücra köşelerine kaldırılacak ve ben de her sabah erkenden kalkıp okula gidecektim. Hummalı bir çalışmanın ardından okul için yapılması gereken her türlü hazırlık tamamlandı ve ben bu görev için son halimi almıştım; düz taranmış saçlarım, mavi önlüğüm, beyaz yakalığım ve korkulu ve ağlamaklı bakışlarımla…

Üzerinizde emeği olan herkesin sizin için düşlediği pek çok hayalleri vardır. Kimi zaman bu hayalleri gerçekleştirip onları mutlu edebilseniz de, çoğu zaman kendi yolunuzu çizer, kendi hayallerinizi inşa etmeye çalışırsınız. İlkokula başlarken eğitimime bir engel olacağını düşündükleri için evin ücra köşelerine kaldırdıkları klavyeli atarim, benim için geleceğime yön veren bir obje olmuştu. Klavyesi, mouse’u ile beni etkileyen o en sevdiğim oyuncağım, çok geçmeden beni bilgisayarların o akıl dünyasına itmiş ve bu sanal dünyayı keşfetmeye yöneltmişti. Hayallerimin peşinde, bilgisayarların karşısındaydım. Bilgisayarlar benim için DisneyLand idi, luna parktı. Masmavi bir okyanusun derinliklerine dalmak ve bütün bir okyanusu keşfetmekti. Bir diğer tutkumsa İngilizce diliydi. Hem İngilizce’yi daha iyi öğrenebilmek hem de bilgisayar dünyasına girebilmek için Erzurum Anadolu Ticaret Lisesi’nin Bilgisayar Programcılığı bölümüne yazıldım. Lisedeki ilk senem hazırlık sınıfında geçti. Kısa sürede öğretmenlerinin gözdesi olmuş, başarılı bir öğrenciydim. O büyük bir tutkuyla bağlandığım İngilizce dilini artık iyi seviyede öğrenmiştim ve çok iyi İngilizce konuşabiliyordum.
Hazırlık sınıfında göstermiş olduğum başarıyı lise hayatım boyunca sürdürdüm. İngilizce öğretmenlerim bana “Golden Boy” diye hitap eder olmuşlardı. Ancak sınıflar ilerledikçe dersler de zorlaşıyordu ve bazı zamanlar bu zorluk içinden çıkılmaz bir hal alıyordu.Derslere ek olarak İngilizce-Türkçe ve Türkçe-İngilizce çeviriler yapmaya çalışıyordum. Kimi zaman boş bulduğum sınıflarda dahi ders çalışır olmuştum. Günlerim gecelerime karışıyordu. Fakat ne olursa olsun, bir amacım vardı ve bu amaca ulaşmalıydım.  Bu süre zarfında kendi çabalarımla İngilizce olarak yazılmış bir kitabın çevirisini yapmayı bile başarmıştım. Kitaplar benim için en kıymetli hazineydi. Kitapsız bir ders, bir hayat, bir yaşam düşünemiyordum. Sosyal yaşamımsa kendi halinde ve normal seyrinde devam ediyordu. 4 yıllık lise hayatımın sonunda azmimin ve emeklerimin bir sonucu olarak okuduğum liseyi birincilikle bitirmeyi başarmıştım.


Lise birincisi olmak, ilk girişte üniversite sınavını kazanmam için yeterli olmamıştı. Fakat bu, yolun sonu demek değildi. Hayatta her zaman umut var olmak gerekiyordu. Hem hiçbir şey zor değildi ve imkansız da biraz zaman alıyordu. Ben, ticaret lisesi mezunuydum. Bir iş yeri açmak için gerekli olan teorik bilgileri lise eğitimim içerisinde öğrenmiştim. Bu konuda ağabeyim de tecrübeli biriydi. Bir girişimcilik örneği göstererek sigortacılık ve trafik müşavirliği üzerine bir iş yeri açma projesi üzerine ağabeyimle birlikte çalışmalara başladık. Çalışmalarımızın sonucunda sigortacılık ve trafik müşavirliği işlerini başarılı bir şekilde yürüten bir iş yerimiz olmuştu. Ya bilgisayar başındaydım, ya da direksiyon karşısında... Çocukluk oyuncağım bana yetişkinlikte yeni oyuncakları kullanmam için bana bir imkan daha sunmuştu.

Yıllar önce o ilk girişimde kazanamadığım üniversite sınavını da ikinci girişimde kazanmayı başardım. Çocukken oynadığım atariden aldığım ilhamla yöneldiğim bilgisayar keşfinin sonucu olarak şimdi de bilgisayar öğretmenliği yolunda ilerliyorum. Artık adına bilgisayar dediğim oyuncaklarımla atölyeye dönmüş odamda; konu-komşu, eş-dost, uzak-yakın demeden her tanıdığımın hastalanmış bilgisayarını bir bilgisayar cerrahıymışcasına ameliyat ediyorum.





Muhammet DURDU