18 Kasım 2012 Pazar

Avucumun İçinde Yeni Bir Teknoloji ve "ACABA NEDİR?" Sorusu


BİR TEKNOLOJİ SERÜVENİ



Aslında her şey, o ışıl ışıl parlayan teknoloji mağazalarının vitrinlerine bakmakla başlıyor. O kadar ilginizi çekiyor ki o teknolojik ürünler, bakmaktan ve kurcalamak istemekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Nasıl ilgimizi çekmesin ki hem?... Neredeyse ince bir kağıt misali led televizyonlar, katlanabilir ve taşınabilir tamamen dokunmatik ve basınç hassasiyetli tablet bilgisayarlar, her türlü işimizi yapabileceğimiz, avucumuzun içindeki mobil cihazlar... Teknoloji dünyasının bu rengarenk ürünleri, bam telimize dokunuyor ve maalesef her an bir yenisi çıkan bu ürünlerin, her zaman en yenisini kullanmak istiyoruz. İşte bu istek, bizi daha da çok teknolojinin bağrına götürüyor ve evlerimiz, adeta teknoloji çöplüklerine dönüyor. Ancak, şimdilerde teknoloji öyle bir boyut kazandı ki, aldığımız her üründeki her özelliğin işlevsel olduğunu, yani elimizdeki cihazların her özelliğinin kullanılabilir olduğunu görmeye başladık. Zira eskiden aldığımız cep telefonlarının veya televizyonların bize var olduğunu bildirdikleri özelliklerini ya kullanamıyorduk ya da kullanmak istesek dahi mevcut özellikler bahsedilen işlevini gerçekleştiremiyordu. Özellikle Google'ın Android işletim sistemli cihazlarına baktığımızda, var olan her özelliğin işlevsel olarak aktif olduğunu görebiliriz. Üstelik Android işletim sistemi linux tabanlı bir işletim sistemi olduğundan, her türlü geliştirici istediği herhangi bir konu için program yapabilmekte ve bu programlar Google Store Mağazasında alıcılarıyla buluşturulabilmekte... Böyle bir teknolojiyi cebimizde taşıyoruz işte... Düşünsenize, siz bir programcısınız ve yaşadığınız toplumda veya kurumda herkesin ihtiyacı olan bir sorunu saptıyorsunuz. Daha sonra saptadığınız bu sorun sizin için ticari bir kaynak haline gelmesiyle birlikte, bütün bu insanların sorunlarına da çözüm bulmuş oluyorsunuz. Nasıl mı?... Çok basit... Bir mobil cihaz uygulaması yazıyorsunuz ve bunu Google Store'da alıcılarıyla buluşturuyorsunuz. Alıcılar dedik, ancak tamamen ücretsiz olarak da bu sunumu yapabiliyorsunuz ve on binlerce insan Google Store'dan bu ürünleri tamamen ücretsiz olarak mobil cihazlarına indirebiliyor. İşte size tamamen kullanıcı etkileşimli bir platform ve hayatın her zorluğu için basit ve küçük boyutlarla yazılabilecek programlarla teknoloji kolaylığı...  Yaklaşık iki senedir Google'ın mobil cihaz teknolojisiyle haşır neşir bir haldeyim ve gerçekten, bu zaman dilimi içerisinde bir kez olsun cihazıma ödediğim miktar için bir pişmanlık duymadım. Çünkü yaşamımın her anında bu teknolojiden yeni yeni özellikleriyle faydalandım ve benim için pek çok kolaylığın kapılarını araladığım ve yeni yeni şeyler keşfettiğim bir maceraya dönüşüverdi, bu yeni teknolojiyle yaşamım...

Günlerden pazar ve benim için biraz gezip dolaşmak ve vitrinlere bakmak, şöyle biraz teknolojiyle ilgili olmak için bir fırsat... Öncelikle yine her zamanki gibi, o çok sevdiğim markaların mağazalarına gitmekle başlıyordu serüvenim... Bir kaç mağazada, bir kaç ürüne baktıktan sonra, kendimi bir teknoloji mağazasında cep telefonlarına bakarken bulmuştum. Bilirsiniz, bu mağazalardaki çalışanlar sizi içeriye çekmenin bin bir türlü yolunu biliyorlardır. Velhasıl, mağazadaydım ve vitrinlere dikkatlice bakıyordum. O kadar enteresan cihazlar görmekteydim ki, cep telefonumu daha yeni almış olmama rağmen, artık cebime ağır gelmeye başlamıştı. Yani artık olabildiğince soğumuştum, o cihazları gördükten sonra kendi telefonumdan... Fakat bir hikmet-i ilahidir ki, o gün nasıl başardıysam, o çok beğendiğim cihazı almadan mağazadan çıkıp gittim. Ancak o günden sonra o akıllı cihaz benim için bir rüyaya dönüştü ve geceleri rüyalarıma girer oldu. Yine o rüya dolu gecelerden birinde, "rüyaları gerçekleştirmenin yolu onlardan uyanmaktır." dedim, kalktım ve hemen internete girdim. Bir teknoloji mağazasının web sitesine girdim. O çok beğendiğim Android işletim sistemli akıllı cihazın siparişini verdim. Üstelik 250,00 TL indirimle! Benim için tam manasıyla bir "turnayı gözünden vurdun!" vak'ası olmuş oldu.
Samsung Galaxy Wonder
Beklenen gün geldi ve kargoyla gelen ürünümle, yani akıllı cihazımla artık baş başa kalmıştık. Fakat bu da neydi böyle?... Daha önce kullandığım hiçbir cep telefonuna benzemiyordu. Allah'ım, elimdeki alet yoksa bir uzay mekiği kumandası mıydı?... İşte böyle abartılı ve bir o kadar da gereksiz sorular sormaya başlamıştım, cihazımı kullanmaya başladığım ilk anlarda... Daha önce dokunmatik cihaz kullanmış olduğumdan, dokunmatik özelliğini kullanırken çok da zorluk çekmedim. Ancak, o kadar hassas bir algılama özelliği vardı ki, gömleğimin ekran üzerinde kayıyor olması, ekran kilidinin açılması için yeterli oluyordu. Kullanıcı arayüzünün o inanılmaz güzelliğini seyre dalmıştım, dersem, pek de abartmış olmayacağım. Ulaşmak istediğim her şeyi, kendime göre düzenleyebiliyor olduğum muhteşem bir menü ve 7 farklı masaüstü seçeneğiyle her programa 1-2 saniyede ulaşabileceğim bir cihaz vardı elimde artık...

Masaüstü Görünümü
Ekran Kilidi Görünümü

Menü Görünümü


 Ama anlayamadığım bir şekilde, daha akşam olmadan şarjı bitiyordu cihazımın. Bu durumu çözmem gerekiyordu; çünkü Google Store'dan indirdiğim onlarca oyun, oynamam için beni bekliyordu. Şarj süresini uzatmanın yolunu bulmak çok da zamanımı almadı, diyebilirim. Cihazın ayarlar bölümünden internet veri bağlantısını kapatmak ve arka planda sürmekte olan veri akışını durdurmak işimi gördü. Artık akşama kadar oyun oynasam dahi bir gün boyunca şarjı bitmiyordu. Ancak itiraf etmeliyim ki, bir süre sonra oynadığım oyunlardan sıkılmaya başlamıştım. Çokça gerek duyduğum pek çok uygulama buldum. Artık cihazımda; Kur'an-ı Kerim ve meali, Risali Nur Külliyatları ve Osmanlıca, İslam İlmihalleri, tesbihat ve cevşen, İngilizce konuşan sözlük ve daha bir çok uygulama vardı. Her biri yaşamım için bilgi ve ilim kaynağıydı. Bu uygulamalardan hala daha çokça istifade etmekteyim ve çok da memnunum.


Menü Başka Bir Görünüm
Google Play Ücretli Uygulamalar
Google Play Ücretsiz Uygulamalar


Artık hiç kullanmaktan vazgeçemediğim bir telefonum vardı. Her geçen gün yeni bir özelliğini keşfediyor ve kendim için yeni bir kolaylık daha buluyordum. Bir gün, ailecek dolduk arabaya ve akraba ziyareti için yola çıktık. Zira günlerden bayramdı ve köyde yaşamakta olan bir akrabamızın yanına gitme hasleti duyduk. Fakat, gideceğimiz köyün daha önce kullanılmakta olan yolu kapatılmış ve gitmemiz için yeni yolu kullanarak ulaşımımızı gerçekleştirmemiz gerekiyordu; ancak, aynı zamanda tüm trafik levhaları da yol boyunca kaldırılmıştı ve zaten karanlığın çökmüş olmasıyla beraber hiçbir şekilde ulaşımımızı gerçekleştiremiyorduk. Arabayı kullanmak görevini üstlenen bendim ve arabada bulunan annemin tecrübelerinden faydalanarak ulaşımı sağlamaya çalışsam da nafile olmuştu. Hemen arabayı sağa çektim ve "ne yapabilirim?" diye düşünmeye koyuldum. İşte o an yine imdadıma yetişen o çok akıllı mobil cihazım oldu. Şimdi adım adım akıllı bir cihazdaki navigasyon ile bir adrese nasıl ulaşılacağını bir bakalım...

(Kendi cihazıma bağlı kalarak bu özelliğin nasıl kullanılacağını anlatacağım, fakat farklı farklı markalarda adımlar değişebilir. Ancak yine de navigasyon özelliğini kullanmak istiyorsanız, izleyeceğiniz adımlar buradakiyle hemen hemen aynı olacaktır.)


İlk olarak cihazımın GPS özelliğini açmam gerekiyordu. Derhal bunu aktif hale getirdim.

Perde Menüsü
Gps Aktif


 Daha sonra internet bağlantısı sağlayabilmek için, daha önce şarjdan tasarruf sağlamak maksaydıyla kapatmış olduğum internet veri ağı kontrolünü aktif hale getirdim. Tuş kilidi tuşu üzerine basılı tutarak açılan kısayol menüsünden Veri Ağı Modu'nu Etkin olarak ayarladım.

Tuş Kilidine Basılı Tutularak Açılan
 Kısayol Menüsü

Artık navigasyon ile adres alacağım pencereye ulaşabilirdim. Masaüstündeki Navigasyon seçeneğine dokunarak navigasyon programını açtım. Bu bölümde gitmek istediğim adresi girdim ve yol tarifi al seçeneğine de dokunarak ulaşmak istediğim yolun krokisinin çizildiğini ekranda görmüş oldum.

Varılacak Yer

Konum

Konuma göre yol tarifi


Artık yolun güzergahının değişmiş olmasının veya yol çalışmalarına bağlı olarak tüm tabelaların kaldırılmış olmasının hiçbir önemi kalmamıştı. Gideceğimiz yer için bütün yol detaylarını akıllı cihazımın içerisinde görebiliyordum. Yönergelere tıkladım ve adım adım hangi yolu kullanarak kaç km gideceğimi ve kaç km sonra hangi konumdan ne yana dönüş yapacağımı bir bir görüyordum. Bu adımları izledim ve yine navigasyon yazılımının gitmek istediğim yere bana vaat ettiği gitme süresi içerisinde varmak istediğim yere rahatlıkla varmış oldum.

Adres Yönergeleri
Dönüş Noktaları ve Talimatlar


İşte bu yaşadıklarım, benim için bir teknoloji serüveni haline dönüşmüştü. Küçük bir cihazın ne büyük işler halletiğini gördükçe de, yaşamdaki bütün kolaylıkların aslında küçük detayları keşfetmekte ve bu keşifleri uygulayabilmekte yattığına olan inancım bir kere daha tazelenmiş oldu. Teknolojinin gelişimine ve yaşamımızdaki yerine bakarsak, hakikatten de bizim için ve kendi içerisinde bir serüven haline dönüşmüş olduğunu rahatça görebiliriz. Siz, şu an bu yazıyı okurken, dünya çapında binlerce, hatta belki yüz binlerce yeni ve farklı teknolojik ürünler üretiliyor. Düşünebiliyor musunuz, var olan serüven içerisine yeni ve birbirinden farklı başka başka serüvenler de katılıyor. Pekiyi, kendinize hiç sordunuz mu: "Ben bu serüvenin neresindeyim?" diye?... Vereceğiniz cevaplar, yaşamınıza aktif olarak aldığınız teknolojilerin sınırlarıyla çizilse de, yaşantınızı düşündüğünüzde sağlık imkanlarından, sosyal hizmetlere, eğitimin gerçekleştirilmesinden, dünyayla iletişime kadar her yaşam gereklilikleri için teknolojinin vazgeçilmez bir unsur ve hatta başlı başına bir rehber olduğunu görebilirsiniz. Nerede olduğunuzun veya kim olduğunuzun önemi yok. Şayet geleceği istiyorsanız, teknolojiye kapılarınızı sonuna kadar açmalı; ancak, getirdiği her türlü zarar içinse, manevi kapılarınızı açılmaz kilitlerle kapatmalısınız.




Muhammet DURDU

11 Kasım 2012 Pazar

Bilgisayar Oyunlarının Gizil Öğrenmeler Üzerindeki Etkisi ve Teknolojinin Akıl Almaz Hali

TEKNOLOJİ MADALYONUNUN DİĞER YÜZÜ


Sokaklarda yürürken gördüğümüz ışıl ışıl parlayan vitrinlerdeki son model tv'ler, teknoloji mağazalarında akıllarıyla aklımızı şaşırtan mobil cihazlar, haber bültenlerinde gördüğümüz robot teknolojisinin son ürünü robotlar ve daha bir çoğu... Aslında hiçbiri bizim seçimimiz olmamışken ve belki aslında pek de ihtiyacımız yokken hayatımızın bir parçası haline gelmiş teknolojik cihazlar... Biz ne yaparsak yapalım her geçen gün daha da çok hayatımıza girecek ve bizim için olmazsa olmaz ürünler haline dönüşecektir. Teknolojiyle ilgili bu olmaz olası durum, beni olabildiğince derin düşüncelere sevk etmekte ve gelecekle ilgili enteresan senaryolar yazdırmakta... Adeta esrar bağımlısı olmuşcasına şuursuzca teknoloji bağımlısı haline gelmiş olan i
nsanları, teknoloji kuyularına düşmüş; o karanlık kuyularda bilimin en son ürünleriyle dahi kendileri için bir dirhem ışık bulamamış ve  kendi karanlıklarında hapsolmuş olarak burunlarının uçlarını bile göremeyen ve  neyi, ne için yaptıklarını bilmeden yaparak savrulmakta olan yığınlara benzetmekteyim çünkü. Tablonun bu korkutucu kısmı şöyle dursun, bilgi işlem teknolojilerini insanlığın ve kendisinin lehine kullanılabilen pek çok insan da var. İster eğlence maksatlı olsun, isterse bilimsel bir amaçla kullanılacak olsun, teknolojinin nimetlerinden faydalanabilen ve bu yararlılığı gün ve gün her durum için artırabilen insanlar da var. Bu insanlara baktığımızda, bilgisayarı eğlence maksatlı kullanmak istediklerinde bile kendileri için pek çok kazanımı ön koşul görerek bu fiili yerine getirdiklerini görürüz. Teknolojinin karanlık kuyularında, köhneleşmiş zihinlerin aksine, düşünsel olarak gelişmiş ve gelişimlerinin paralelinde bilgisayarı bir araç olarak gören bu bireyler, zeka kapasitesi olarak üst düzey seviyelere erişmiş olmalarının verdiği avantajla her türden yeti gerektiren bilgisayar oyunlarını dahi çekirdek yer gibi oynarlar. Bu sayede zihinsel fonksiyonlarındaki dinamizmi en üst seviyede tutarlar ve bilgi işlem teknolojilerinin istisnasız her ürünü onlar için geliştirilmeye gebe birer denek haline gelir. Araştırırlar, keşiflerde bulunurlar ve dünya için küçük ama kendileri için çok büyük adımlar atarlar... 


Bilgi işlem teknolojilerine baktığında, özellikle bilgisayar oyunlarının hiçbir işe yaramadığını düşünen pek çok ebeveyn olabilir. Fakat düşünüldüğünde, özellikle stratejik düşünme yetisi kazandıran oyunların, zeka gelişimine büyük bir katkı sağladığı görülmektedir. Bilgisayar oyunlarına baktığımızda, mevcut bir probleminin olduğunu ve bu problemin çözümünün de karmaşıklaştırarak pek çok sebebin altında yatan sebeplerle bütünleştirilerek çıkarıldığını görürüz. Normal şartlar altında bir çocuğa veya gence hali hazırda bir problemi çözdürmeye çabalayarak onun problem çözme yeteneğini geliştirmek istemek, deveye hendek atlatmak kadar zor hale gelebilir. Oysa bilgisayar oyunları problem çözme yeteneğini kazanım haline dönüştürürken aynı zamanda muhakeme yeteneği de kazandırarak sebeplerin altında yatan sebeplerin altındaki sebepleri mevcut sonuçlarla harmanlayarak yeni ve farklı, parçalarından bir bütün haline gelmiş sonuçlar elde ettirme özelliği de kazandırırlar. Bu durumu cümlelerle ifade etmeye kalktığımızda bile, sizlerde görmektesiniz ki, anlamakta zorluk çekebiliyoruz. Öte yandan, "sadece problem çözmeye dayalı, stratejik özellikler kazandıran bilgisayar oyunları mı var ki?" dediğinizi duyar gibiyim. Evet, pek çok oyun konsolu ve pek çok konu üzerine hazırlanmış bilgisayar oyunları var. Bu oyunların sınırsız oluşu, bizim için "acaba mevcut her oyun, bize bir şeyler kazandırabilir mi?" diye sormamıza sebep teşkil ediyor. Gelin bu zamana kadar oynadığımız bütün bilgisayar oyunlarını düşünelim... 
Sanırım aklımıza ilk gelenlerden biri Süper Mario oyunu olacaktır. Amaç nedir Süper Mario oyununda?... Bilirsiniz işte prensesi kurtarmak elbet... Fakat farklı farklı hedeflerimiz de vardır. Örneğin, altın topluyoruz. Her 100 altın için yeni bir canımız oluyor ve bu da oyunu bitirebilmemiz için yeni bir şansımızın daha olduğu manasına geliyor. Ölmemeye çalışıyoruz; üzerimize gelen türlü türlü canlılar var ve boşluklardan da aşağıya düşmemeliyiz. İşte Süper Mario oyununa baktığımızda dahi, birden fazla problemin tek bir anda kullanıcıya, yani çocuğa sunulduğunu görebiliyoruz. Bu tarz oyunların zararı ise hiç kuşkusuz bağımlılık haline gelebilmesi olacaktır elbette. Çünkü oradaki aşamaları aşma isteği, çocukları ekrana hapsedecektir. Fakat bu durum dahi oyunu oynamakta olan çocuk için bir kazanım haline dönüşecektir. Çünkü oynadığı oyunda kaybettiği her can hakkı ve yanlış uyguladığı her yöntem için yeni bir tecrübe edinecektir. Yani çocuğumuz, "hata yapma" ve "hata yaparak yanlışlarını düzeltme" kavramlarını hiç farketmeden öğreniyor olacak. Diğer yandan, aşamalı olarak ilerleyebildiğini görecek. Yani oyuna baktığında seviye seviye ilerleyebildiğini ve bir üst seviyeye ulaşabilmek için öncelikle alt basamaktaki seviyeleri bitirmesi gerektiğini görecektir. Bu durum ise, ona hayatında istediklerini bir anda değil de ancak aşamalı olarak sahip olabileceği gerçeğini öğretecektir. Hatta bu durumu biraz daha irdelersek, seviye seviye ilerlenerek oynanan oyunların çocuklar için ilerleyen yaşamlarında planlara dayalı yaşama alışkanlığına temel oluşturacağını söyleyebiliriz. Okul hayatında zorlu bir maratona başlayacak olan bir çocuk için, bütün derslerine derslerini organize ederek çalışmak ve ulaşmak istediği o başarı olgusuna ulaşabilmek, bir anda gerçekleşebilecek bir şey değildir. Fakat bu gerçeği aslında oynadığı oyunlarda hissetmeden öğrenmiştir. Pek bocalamayacak ve istediği o başarı olgusuna ulaşabilmek için, öncelikle izleyeceği adımlar olması gerektiğini bilecektir.

Problem: Mermiyle vurulmadan ve basamaklar üzerinden
düşmeden, ördeği tükürük silahıyla etkisiz hale getirip ve/veya
ördekle 
hiç uğraşmadan basamaklar üzerinden zıplayarak, altınları toplamayı
 ihmal etmeden yola devam etmek..



Sadece basit bir oyunu irdelediğimizde dahi, oyunu oynayan için pek çok kazanımının olabileceğini görebiliriz. Ancak düşünülmesi gereken, bilgisayar ve/veya konsol oyunlarının ne sıklıklarla ve ne kadar süre boyunca oynanılacağıdır. Özellikle bu oyunları oynayan bir çocuk ise, mutlaka bir ebeveyn kontrolü gerekmektedir. Nihayetinde çocuklar, yapmaktan hoşlandıkları şeyleri sürekli olarak yapmak isterler ve bu da söz konusu bilgisayar oyunu oynamak olduğunda, daha da çok hoşa giden bir aktivite olacak çocuklar da bu oyunların başından hiç kalkmak istemeyeceklerdir. Ön görüm şu ki, ebeveyn kontrolünde oynanan ve oynama zaman aralıkları çok iyi düzenlenmiş bir çocuk için, oynadığı bilgisayar oyunları tek başına öğretici nitelikte olacaktır
. Bir diğer önemli nokta ise, hiç kuşkusuz oynanılacak oyunun çocuğun yaşına uygun olarak seçilmiş olmasıdır. Aşırı stres veya aşırı şiddet barından oyunlar, çocuklar için çok zararlı olacaktır. Bu noktada bilgisayar oyunları hakkında bir araştırma yapılabilir ve seçilen oyunları çocuklara seçme şansı tanınarak oynamaları sağlanabilir. Koşulsuz ve hissettirmeden öğretme eylemi, bu şekilde gerçekleşecek, oyunla mücadele etmeye çalışan bireyler de bu mücadeleler sonunda çeşitli kazanımlar elde edeceklerdir.  



Günümüzde internet ortamlarını özellikle toplumumuz tarafından sıkça dahil olunan ortamlar olarak görmekteyiz. İnternet ortamında en çok girdiğimiz web site ise, açık ara farkla sosyal paylaşım sitesi olan Facebook olarak gözüküyor. İnsanımız, halihazırda yapmış olduğu veya yapmakta olduğu her ne varsa bunu tanıdığı ve/veya tanımadığı her insanla paylaşma hasletiyle yanıp tutuşuyormuş meğer, Facebook'un kurulmasıyla bunu da anlamış olduk. İnternet kullanımında sosyal paylaşım siteleri haricinde en çok kullandığımız web ortamları ise, özellikle içerikleri oyun olan ve oyun oynanılan platformları olarak göze çarpmakta... Yani yaşantısını olabildiğince paylaşan ve sanal oyunlara aklımızı kaldıran bir toplum olarak dünya sahnesinde yerimizi bulmuş olduk, desek, pek de yanlış olmayacaktır. Sosyal yaşantımızı daha da sosyalleştirmek adına yaptığımız yaşantı paylaşımımız esnasında dahi oyunlardan ayrı kalamadığımızı ve adeta sürekli olarak "Oyun, oyun, oyun, oyun!" diye yanıp tutuşan bir toplum olduğumuzu, Facebook hesabıma sürekli olarak gelen oyun isteklerini gördüğüm zaman bir kez daha anlamış oldum.  Bir önceki paragrafta değindiğim bilgisayar oyunlarının eğitici bir özellikte olabilmesinin ön koşulu olan ebeveyn unsuru ise, ne yazık ki çoğunlukla sosyal medyaları ve web ortamlarını şuursuzca kullanan bireyler olarak gözüküyor. Meseleye bu açıdan baktığımızda, eğitimimiz için her türden şeyi materyal olarak alabileceğimizi ancak kontrol mekanizmamızın çok iyi gelişmiş olması gerektiğini görüyoruz. Aksi takdirde ebeveynlerindeki anlaşılmaz durumları zihninde şemalara döken bir çocuk için, bilgisayar oyunları maalesef sadece zararlı içerikler olarak kalacaktır. "Kem aletle kemalet olmaz." mantığıyla baktığımızda, eğitim için seçilen her ne olursa olsun, kemalet seviyesine ulaşabilmesi için seçilen nesnenin mevcut özelliklerinin seçilen kişi veya gruba uygun olması gerekmektedir. Bunu başta kendimiz ve toplumsal hayatta üstlendiğimiz öğretici kimliğimizle kendimizden başka herkes için, bir ön koşul olarak görmeli ve kasıtlı veya gizil öğrenmelerin belirlenmesindeki rolümüzü çok iyi oynamalıyız.  

4 Kasım 2012 Pazar

Bir Bütünün Parçalarından Gün Yüzüne Çıkışı ve Parçaların Bütünleri Oluşturmaktaki Farklı Mizaçları

                                                                BİR BÜTÜNÜN HER PARÇASI




Hayatımızda başımıza gelen zorluklarla şayet iyi mücadele edebilirsek, daha sonraki zamanlarda bizim için ne büyük kolaylıklar sağladığını yaşayarak görmüşüzdür. Aynı zaman dilimi içerisinde hem ilköğretim birinci ve ikinci seviyedeki hem de lise düzeyindeki öğrenciler için eğitim ortamını tasarlamak durumunda kalan bir öğretmenin ilk etapta işinin çok zor olacağını düşündüğümde, bu zorlukla şayet iyi mücadele edebilirse, sonunda çok iyi bir eğitimci olabileceğini görmenin de aynı tecrübeye örnek teşkil edeceğini söyleyebiliriz. Fakat bu öğretmen bu işi nasıl yapacak?... Hangi öğrenci grubu için hangi öğretim yöntemini seçecek ve öğretim ortamlarını farklı öğrenci grupları için nasıl tasarlayacak?.. İşte ben bu yazımda bu sorunun cevabını arıyorum. 








Formal eğitim kurumlarında eğitimin gerçekleştirilmesinden bahsettiğimiz, daima en önemli unsurun bu ortamlarda eğitim-öğretim etkinliklerini gerçekleştiren öğretmenler olduğunu görürüz. Öğretmen; öğrencilerini gözlemler, farklılıkları belirler, neyi, nasıl ve ne zaman öğreteceğini ortaya koyar. Nihayetinde en önemli görev, öğretmene düşecektir. Taş çok ağırdır ve taşın altında kalan el de söz konusu eğitim-öğretim ortamları olduğunda öğretmenlerin elidir. Mevcut eğitim sistemimiz ise "4+4+4" şeklinde belirlenmiş ve öğrencilerin yetiştirilmesinde üç aşama olmasını gerekli görmüştür. Bu eğitim sistemiyle yapılmak isteneni kısaca açıklayacak olursak, ilk aşamada öğrencilerin mevcut yeteneklerinin belirlenmesi ve sonrasındaki kademelerde de bu yeteneklerinin geliştirilmesine yönelik eğitim almalarının sağlanması diyebiliriz. Yani zaten yükü çok ağır olan ve taşın altına ellerini koymuş olan özellikle eğitim-öğretim ortamını ilk aşamada tasarlayacak olan öğretmenler için çok önemli bir sorumluluk daha ortaya çıkmış oluyor. Öğrenciler eğitimlerinin ilk aşamasındayken yetenekleri ne ölçüde doğru analiz edilirse, diğer iki aşamada da o kadar başarılı olacak ve nihayetinde devam edecekleri eğitimlerinde ve/veya iş hayatlarında o ölçüde başarılı olacaktır. İşte bu analizi yapacak olan ve öğrencileri diğer kademelere atayacak olan öğretmenlerdir. Bu tabloya bakınca, eğitim sisteminin her kademesinde eğitim vermek durumunda olan bir öğretmen olsaydı ve hafta içerisinde farklı farklı seviyelerden öğrencilerin öğretim tasarımlarını yapmak zorunda kalsaydı, hali nice olurdu, diye bir önyargı beliriyor aklımda. Bu açıdan baktığımda bu durumda olan bir öğretmenin işinin çok zor olacağını düşündüğümde, "acaba her seviyeden öğrenciyi bir anda takip etmesi, kazandıracağı davranışlar açısından öğretmene ipuçları vererek öğretim ortamlarını daha kolay tasarlamasını sağlayabilir mi?" diye de düşündüm. Aslında hakikatten de şayet bir öğretmen, her seviyeden öğrenci grubu için eğitim-öğretim gerçekleştirirse, her düzeydeki öğrenci profilleri için eğitim-öğretim gerçekleştirmek durumunda olursa, kazandırılması gereken davranışlar hangi süre içerisinde ve hangi yöntemlerle öğrencilere kazandırabileceğini çok daha iyi görebilir. Yani bu yazımda sorularıma aradığım cevaplar, benim için iyi bir öğretmen olmanın ön koşulları olmuş oldu.Böyle bir yükün altında kalmış bir öğretmen olmuş olsaydım, yapacağım ilk iş gözlem yapmak olurdu. Nihayetinde almış olduğum öğretmenlik eğitimiyle teorik olarak öğrencilerimin yaşlarını ve özelliklerini bilen bir öğretmen olarak, derslerde seçeceğim yöntemleri ve tasarlayacağım materyalleri kafamda teorik olarak şekillendirmiş olacağımı söyleyebilirim. Yapacağım gözlemlerse, öğrencilerimi tanımam ve hangi düzey için nasıl davranacağımı belirlemekte bana ipuçları verecektir. Ders zili çaldı ve ben öğretmenlik görevini üstleneceğim ilk ders için ilköğretim birinci sınıf düzeyindeki sınıfımda ilk dersime katıldım, diyelim. Sanırım ilk gözlemleyeceğim şey, öğrencilerin yüzlerindeki şaşkın ve korku dolu bakışlar olacaktır. Okul öncesinde aldıkları bir takım temel bilgiler sayesinde az çok okul ortamını bilseler de onlar için o an ben, aslında sadece bir yabancı olacağım. Ağzımda çıkacak her kelime onları ilk önce duygusal açıdan yakalayacak. Her an gülümsemeli ve sempatik olmalıyım. Onlara söyleyeceğim her kelimeyi özenle seçmeli ve kalbimin sevgi odacıklarında bekletmeli, ardından anne-baba kokusuyla bezeyerek onlara sunmalıyım. Ses tonum alçak ve sevimli olmalı... Her birinin gözlerinin içine sevgiyle bakmalıyım. Oturdukları sıraları evlerindeki koltuklarmış gibi hissettirmeli, önlerindeki masaları evlerindeki mutfak masasında annelerinin elinden yedikleri yemeklerin lezzetiyle harmanlayabilmeliyim. Ben tüm bunları yaparken, onlar bir yabancıyla konuşuyor olacaklar ve bunu da hesaba katmalıyım elbette. Yani yapacağım ilk şey, kendimi onlara sevdirmek ve eğitim ortamımızı bir aile ortamına dönüştürmek olacaktır. Bu ortamı sağladığımda, artık öğrencilerim kendilerini rahat rahat ifade edebilecekler ve okula gelmeyi seveceklerdir. Bu aşamadan sonraki işim onlara kazanmalara gereken davranışları hangi yöntemlerle ve materyallerle kazandırmak olacak. Motivasyonları sağlayabilmek için kavramsal olarak öğrenmeleri gereken ve onları sıkacak şeyler arasında belli aralıkları onları eğlendirecek şeylerle doldurmalıyım. Bu seviyedeki öğrenciler için uygulayabileceğim yöntemlerin temelinde eğlenmek ve hoşça zaman geçirmekle eğitimi gerçekleştirmek olacaktır. Düz anlatım yöntemiyle dersimi işlerken, anlattığım her kavramla, bilgiyle ilgili pek çok örnek vermeli ve bu kavramları, bilgileri onların günlük hayatta karşılaştıkları ve çok iyi bildikleri yaşantılarıyla ilintilendirebilmeliyim. Olumlu ve/veya olumsuz pekiştireçlerden, I. Tip ve/veya II. Tip ceza türlerinden her an faydalanmasını bilmeli ve asla bu şekilde onları rencide etmemeliyim. Bir sonraki dersim ilköğretim ikinci seviye düzeyindeki diğer sınıfımdaki öğrencilerimle sınıfımdayım, diyelim. Daha önce birinci seviyedeki öğrencilerim için hazırlamış olduğum sıcacık aile ortamını, bu seviyedeki öğrencilerim için de hali hazırda bulunmuş olması gerektiğini belirterek, fazladan ne yapabilirim; ya da ne yapmalıyım, ona geçmek istiyorum. En önemli farklılık, artık öğrencilerimin okuyor ve yazıyor olması olacaktır. Artık her biri kitaplarından ve/veya tablet bilgisayarlarından metinleri okuyabiliyor, bu metinlerle alakalı yazılı çalışmalar yapabiliyorlar. Bu özelliklerini öğretim süreciyle harmanlayabilmeliyim. Seçeceğim materyaller öğrencilerimin yaşantılarına uygun ve çok kolay yorumlayabilecekleri şeyler olmalıdır. Örneğin, pencereyi açıp gökyüzünde parıl parıl parlayan Güneş benim için genel bir materyal olabilir. Ya da yağan yağmur, esen rüzgar, çakan şimşek... Çünkü her biri güneşle ısınmış, yağmurla ıslanmıştır. Her zaman ön planda tutacağım şey, asla onları sıkmamak olmalıdır. Sürekli gözlemlerimi de sürdürmeliyim elbette. Hangi öğrencim hangi konu için içerisinde ne kadar heyecan barındırıyor bunu ortaya koyabilmeliyim. Çünkü benim görevim, ondaki cevheri görmek ve o cevheri geliştirebilmesini sağlamak. Günlük hayatta yaşadıkları bir olayı dramatize ettirebilirim. Her biri örnek bir olay için bir karakter olabilir ve bu dramatizasyon benim onlardaki cevherimi ortaya koyacağım süreçte benim için çok önemli ipuçları verebilir. 


Öğrenciler tiyatro oyunu ile öğreniyor.
Kağıttan bir araba, bir dünya, bir hipodrom veya bir okul... Bu seviyedeki öğrencilerimin hayal dünyalarını inşa edebilmeliyim. Onlar için dünya, kocaman bir şekerlemeyi ifade ediyor olabilmektedir çünkü. Seçeceğim yöntem ve tasarlayacağım materyal bu bilgiler ışığında olmalıdır. Netice itibariyle ilköğretim birinci ve ikinci seviyelerde tasarlayacağım eğitim birbirinden keskin çizgilerle ayrılmamış olacak ve tanıma, anımsatma, kavratma, mutlu ve huzurlu kılma eşikleriyle sürüp gidecektir. Sıra geldi lise düzeyine... Artık işim çok daha zor ama bir o kadar da kolay aslında... Cümle düşük veya anlatım bozukluğu içeriyor, diyebilirsiniz. İşim zor; çünkü öğrencilerimin sorunları, beklentileri ve heyecanları çok yüksek... Fakat işim kolay; öğrencilerim artık ister somut olsun ister soyut olsun, her türlü kavrama vakıf olabilecek bir yaşa ermişler ve ben onlar için her zorlukta materyaller tasarlayabilir ve her türlü öğretim yöntemini uygulayabilirim. Cebimdeki maskotu çıkarırım ve "bu ne renk?" diye sorarım. Maskotum sarı renktedir ve öğrencilerim yoğunluklu olarak, "maskotunuz sarı..." diyecektir. Aralarında sivri zekalı bir kaç tanesi, "ben maskot görmüyorum." veya, "maskotunuz lacivert..." diyebilir. Bir tartışma ortamı oluşturarak, beyinlerini özgür bıraktırırım. Bu aşamada herhangi bir programlama diliyle yazacağım bir yazılımın döngüleri üzerinde düşünmelerini sağlayabilirim. Veya  bilgisayar ortamında herhangi bir programda bir düşünceyi betimleyecek bir karikatür çizdiririm. Ortaya bir problem atarım, neden ve hangi koşullarda bu problemin meydana geldiğini açıklamalarını isterim. İstedikleri zaman bana soru sorabilecekleri bir ortam da öncesinde mutlaka oluştururum elbette. Çevrimiçi ortamlarda sürekli olarak etkileşim kurabileceğim bir web platformu tasarlar ve her an her yaratıcı fikirleri için bir rehber görevini görebilirim.

Ekip çalışmasının önemi betimleniyor.

Lise seviyesindeki öğrencilerim için en çok önem vereceğim konu ise, hiç kuşku etmeden söyleyebilirim ki, grupla çalışma alışkanlığı kazandırmak olacaktır. Grupla çalışmayı eğitimdeki gestalt yaklaşımına benzetirim. Parçalar, tek başına bir anlam ifade etmez. Etse de tam veya yeterli değildir. Bütün ise, parçalardan daha başka ve daha anlamlı, daha kapsamlı ve asıl aranandır. Ayrıca öğrencilerime kazandırmak isteyeceğim bir diğer davranış, çok yönlü ve kapsamlı düşünmek olacaktır. Bu kapsamda deney yapabilecekleri ortamlarda materyalleri kendi elleriyle tasarlayabilmelerini sağlayabilirim. Bireysel öğretim yöntemiyle bire-bir öğrenme kaynaklarından nasıl faydalanabileceklerini onlara öğretebilirim. Bire-bir öğrenme materyalini sınıf ortamında öğrencilerle birlikte de tasarlayabilirim. Motivasyonlarını her saniye diri tutmam gerektiğini de belirtmeliyim.








Bir bütün, parçalarından ibarettir. Zaman açısından baktığımızda ise, bir insan için en önemli gün bugündür. Bugün ise, dünün yansıması yarının habercisidir. Eğitim-öğretim ortamlarında da bu bütünlük eğitimin gerçekleşmesinin en önemli ön koşullarından biri olarak görülürse, aslında öğretimin farklı seviyelerde gerçekleştirilmesi düşüncesi, en mantıklı düşünce olarak ortaya çıkacaktır. Nihayetinde bir öğretmen için öğrencisi her seviyeden aldığı eğitimle bir bütünlük arz ediyorsa, eğitim de bu bütünlüğün parçalarının birleştirilmesi paralelinde gerçekleştirilmelidir. Parçalar tam manasıyla tanınmıyorsa, bütün de oluşturulamaz.