Yeni Dönem, Yeni Bir Ders, Farklı Bir Bakış...
Evet, yeniden Blogger'dayım. Bu da, 2014 yılında yazdığım ilk yazı... Sahi yıllar değişiyor, görüyorsunuz. Her geçen günde belki siz, kendiniz de değişiyorsunuz. Hatta etrafınızdaki insanlar, hatta etrafınızda olmayan ve hatta etrafınızda olma ihtimali dahi bulunmayan insanlar ve çevreler, herkes, her şey değişiyor. Değişimin bir parçasıyız, evet, ama neresindeyiz?.. İşte asıl meselemiz de bu olsa gerek... Neyse, değişimin bu boyutunu burada bırakalım ve devam edelim...
Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü, namı değer: Böte. Evet, bilişime gönül verenlerin mezun olduğu veya gönül vermeye aday olanların bin türlü emek sarfiyatında bulunarak okumaya çalıştığı bölüm... Bizler, Böte'liler olarak, karşımıza çıkan sorunlarla mücadele edebilmeyi sanırım diğer bölümlerden mezun olanlardan daha iyi becerebiliyoruz. Yani sanırım Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği Bölümü'nün öğrencilere sunduğu böyle bir kazanım da var. "Neden?" diye soracaksınız tabii. Çünkü bu bölümde dirsek çürüten öğrenciler, gerçekten de bu "dirsek çürütmek" deyiminde olduğu gibi dirseklerini çürütürler. Hatta sadece dirseklerini çürütmekle kalmayıp; gözlerini, kulaklarını, ellerini, özellikle omurgaları olmak üzere tüm eklem yerlerini çürütürler. İşte bu saydığım organlardan duyu ile ilgili olanların dikkate alınarak yapılan bilimsel araştırmaları temel alan bir Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü dersi var. Çoklu Ortam Tasarımı ve Üretimi... Evet, ben de bir Böteli olarak teorik dayanağı çoklu ortam tasarımının ilkeleri ve çoklu ortam tasarımını öğrencilere tanıtmak olan Çoklu Ortam Tasarımı ve Üretimi Dersi'ne bizzat katılmış bulunuyorum. Üçüncü sınıfın bahar dönemi dersi olan Çoklu Ortam Tasarımı ve Üretimi Dersi için bu yazıyı yazmak gibi bir ödevimin olması, bilmiyorum sizde nasıl bir bakış açısı uyandırdı ama bende uyandırdığı bakış açısını sizinle paylaşmak istiyorum. Bildiğiniz gibi, bilgi ve iletişim teknolojileri muazzam gelişiyor. Pekiyi, bu gelişme eğitimi nasıl etkiliyor? Bilimsel faaliyetler sonucunda ortaya çıkan ürünler eğitim etkinliklerinin verimliliğinin arttırılmasında önemli bir rol oynuyor. Şimdi düşünün, bilimsel faaliyetler olmasaydı, bilim gelişmeseydi, hastaneye gittiğinizde iki dakikalık bir ultrason filminizin çekilmesi sonrasında doktorlar sizin bedeninizin içerisine nasıl göz atabileceklerdi? Göremeyeceklerdi, değil mi? Keza her gün kullandığınız akıllı telefonlarınızın ppi değerlerini düşünün. Ppi değeri değeri denilen şey, ekranlarda görüntü hassasiyetidir. Telefonunuz elinizde ve web tarayıcınızda gazete, kitap, dergi, makale, vb. her türden dosyayı çok net bir şekilde okuyabiliyorsunuz. Neden; çünkü sayfaları göremeseniz dahi yakınlaştırabiliyorsunuz ve bu işlemi yaptığınızda görüntü kalitesinde bir düşme yaşanmıyor. Tabii bu kalite telefonunuzun ppi değeri ile ilgili olsa da artık hemen hemen birçok akıllı telefon sahip olduğu ppi değeri ile bunu rahat sağlayabiliyor. Yani birileri "pixels per inch" değerini artıralım ve insanlar istedikleri her şeyi o mobil cihazların ekranında rahat görebilsin diye uğraşmış ve bu konuyu çözmüş. Dünyanın her yerinde, çevrenizde, etrafınızda, evinizde, hatta aynada gördüğünüz yüzünüzde bile çoklu ortam tasarımını görebilirsiniz. Nasıl mı?.. Önce konuşmaya başlayın, ses ürettiniz. Ardından hareket edin, hareketleriniz sesiniz ritmi ve söylediklerinizle aynı mantıkla olsun. Artık üç boyutlu yansımanızı gördüğünüz aynada bir çoklu ortam ürettiniz. Sesiniz ve hareketlerinizle... İşte çoklu ortam diye bahsedilen şey, farklı duyu organlarından gelen ve yine farklı duyu organlarına hitap eden öğelerin, bu öğeler oluşturulurken uyulacak ilkeleri ve tasarımın esaslarını ele alıyor.
Pekiyi, Çoklu Ortam Tasarımı ve Üretimi Dersi'nde bu hafta ne gördük?.. Hemen alta başlıklar halinde yazayım:
1.) İkili Kodlama,
2.) Aktif İşlemci,
3.) Sınırlı Kapasite,
4.) Yaşantı Konisi,
5.) Çoklu Ortam Teorisi.
Evet, konu başlıkları bu şekilde idi. Bu başlıklarda ifade edilen şey, insanların dünyayı algılama biçimleri üzerine yapılmış olan bilimsel çalışmalar neticesinde elde edilmiş ve ispatlanmış sonuçlar... Tabii hepsi eğitimle ve bilmeyi bilmekle, öğrenmekle ilgili çalışmalar... Örneğin, ikili kodlamada beynin farklı iki yapısından söz edilmiş. Bunların farklı yapıda ve birbirinden bağımsız çalışmasına rağmen, mutlak suretle birbirleri arasında bağlar kurulabileceği belirtilmiş ve şayet bu bağlar kurulabilirse, eğitimin ürünü olan öğrenmenin daha iyi gerçekleşebileceği üzerine kurulmuş... Biraz açalım... Yani dil ve sözel olan öğeler ve sözel olmayan öğeler olarak iki farklı yapıdan bahsedilmiş. Asıl meselenin, bu iki yapıyı birleştirecek ayırtılar bularak farklı çalışan mekanizmaların ortak bir noktada bir araya getirilmesi olduğu savunulmuş. Şimdi siz kendinizi düşünün... "Ya hu şu matematiği de hiç anlamıyorum arkadaş!" diyenleriniz vardır. Demek ki sizin beyninizdeki sözel olmayan yapılı tarafınız ona nazaran çok daha iyi çalışan ve anlamlı yaşantılar kuran dil ve sözel olan yapılı tarafınızla bağlantı kuramıyor veyahut da size matematik anlatan öğretmenleriniz, bu iki taraf arasındaki bağlantıyı kuracak nitelikte bir matematik dersi anlatamıyordu. Neticede matematik sizin için bir kabus haline geldi ve öğrenemediniz. Bunun tam tersini veyahut da farklı türlerini düşünebilirsiniz.
"Pekiyi bu aktif işlemci dediği acaba ne?". Şimdi bunu kendimize göre düşünelim... Her insanın potansiyeli, o potansiyelle oluşturduğu kapasitesi ve bu kapasiteyi kullanma oranı olan performansı var. "Pekiyi ama mevcut kapasite ile en iyi performans nasıl alınır?" sorusunu soran aktif işlemci teorisyenleri aktif bilişsel süreçlerin çıktısının uygun zihinsel temsiller olduğunu savunmuşlar. Yani, insanların bilişsel süreçlerinin verimli hale getirmenin yolunu, bilme eyleminin gerçekleştiği noktalara uygun zihinsel temsiller sunulması gerektiğini düşünmüşler. Yani bilginin yapısının o bilgiye dair anahtar kısımların ve onların arasındaki ilişkiler olduğunu öne sürmüşler. Nitekim haklı da çıkmışlar. Yani siz, size gelen bir materyalle bilişsel süreçlerinizle bağlantı kurmazsanız aktif öğrenme de gerçekleşmemiş olur.
Bakalım sınırlı kapasiteye... Evet, herkesin sınırlı kapasitesi var ve sınırlı olmayan kapasitesi olduğunu düşünenlerin dahi bir sınırlı kapasitesi var. Nasıl mı? Aşağıdaki sayıları bir kez okuyun ve gözlerinizi kapatın. Gözleriniz kapalıyken sayıları saymaya çalışın. Bakalım kaç tanesini hatırlayacaksınız?..
1,5, 6, 9, 8, 3, 4, 5, 8, 9, 2, 3, 4, 6, 7, 1, 0...
Evet, sanırım 5-7 sayı arasında hatırlayabildiniz. Neden; çünkü okuduğunuz sayıları ezberlemediniz. Sadece okudunuz ve gözlerinizi kapattınız. Yani bu sayıları kısa süreli belleğinize kaydetmiştiniz ve kısa süreli belleğiniz de sınırlı bir kapasiteye sahipti. Sınırlı kapasite teorisi de, sınırlı az miktarda görsellerin belleğin görsel kanalında, az miktarda ses verilerinin belleğin ses kanalında tutulabildiğini ifade ediyor.
Ve işte geldik, yıllardır karşı karşıya geldiğim yaşantı konisine... Kendisine bu ismi Edgar Dale diye bir bilim adamı vermiş. Pekiyi bu teori neyi savunuyor? Bu teori diyor ki, insanların dış dünyayı algıladıkları duyu organlarının elde ettiği veriler farklı oranda öğrenmeler sağlar. Yani, göz, kulak, el, burun, dil gibi duyu organları ile elde edilen görme, duyma, dokunma ve tatma gibi eylemler neticesinde elde verilerle bir öğrenme yaşantısı kurulduğunda, bu eylemlere dair öğrenme oranları farklılık arz eder. Görme ile %83, işitme ile %11, dokunma ile % 3.5, koklama ile %3.5 ve tatma ile %1 oranında bir öğrenme gerçekleşir. "Pekiyi bu farklılıklar nasıl bir araya getirilir ve nasıl bu duyu organları ile elde edilen verilen birleştirilerek daha verimli ve kalıcı öğrenmeler gerçekleşir?" diye düşünen Edgar Dale, bu işi daha da detaylandırarak aşağıdaki koniyi oluşturuyor:

Resim: Edgar Dale Yaşantı Konisi
Yaşantı konisinde öğrencilere sunulacak olan bilgilerin basitten karmaşığa ve somuttan soyuta doğru gidilerek öğrenildiği; ayrıca, çok sayıda duyu organıyla edinilen bilgilerden az sayıda duyu organıyla edinilen bilgilere doğru da bir oran öğrenme oranı olduğunu savunuluyor. Buna ek olarak en çok öğrenmenin gerçekleştiği yaşantıların bireylerin kendi kendilerine edindikleri bilgilerle sağlandığı ifade edilmiş.
Ve işte gelelim son olarak Richard E. Mayer'in Çoklu Ortam Tasarım İlkelerine... Evet, Mayer çoklu ortam tasarımları gerçekleştirilirken bir takım ilkeler olması gerektiğini ve bu ilkelere riayet edilirse, daha iyi öğrenmelerin gerçekleşebileceğini ancak riayet edilmezse, yani uyulmazsa, öğrenmelerin zarar göreceğini savunmuş. Evet, aşağıda Richard E. Mayer'in çoklu ortam tasarım ilkelerine ulaşabilirsiniz:
Çoklu Ortam Tasarım İlkeleri ve Öğrenme Üzerindeki Etkileri
Çoklu ortam tasarım ilkelerinin öncüsü
Mayer’dir. Çoklu ortam tasarım ilkeleri, Mayer tarafından yeniden düzenlenmek
üzere araştırılmış (2001). Ardından Clark ve Mayer, çoklu ortam tasarım
ilkelerine aşağıda açıklanacak maddelerle yeni bir bakış açısı getirmiş (2003),
ve bu ilkelerin öğrenme üzerindeki etkilerini de açıklamış.
Çoklu Ortam Tasarım İlkeleri
1.) Multimedya (Çoklu Ortam)
2.) Uzaysal Yakınlık (Spatial Contiguity)
3.) Zamansal Yakınlık (Temporal Contiguity)
4.) Uyum (Coherence)
5.) Modelleme (Modality)
6.) Gereksizlik (Redundancy)
7.) Bireysel Farklılıklar (Individual Differences)
8.) Uygulama (Practice)
9.) Öğrenci Kontrolü Program Kontrolü (Learner Control vs Program
Control)
10.) Kişiselleştirme (Personalization)
11.) Ses (Voice)
12.) Görüntü, İmaj (Image)
* Cambridge Press, 2001.
Multimedia Learning. erişim:
http://hartford.edu/academics/faculty/fcld/data/documentation/technology/presentation/powerpoint/12_principles_multimedia.pdf
http://hartford.edu/academics/faculty/fcld/data/documentation/technology/presentation/powerpoint/12_principles_multimedia.pdf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder